Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Eylül 2023

​Amaçsızlık

Amaçsızlık bir iflas halidir. Varoluşun kaosa düşmesi, parçalanması, hayata yatay bakmasıdır. Geri çekilme, eksiye tahvil olma değildir amaçsızlık; bir kuruma, duygusuzlaşma, taş kesilme, hayatın dışına çıkma, daha hafif tabiriyle onun nesnesine dönüşmektir. Varoluş eksilmesinden ziyade bir tükenme hali; insanın başına gelebilecek en büyük kadersizlik, en amansız felaket, en sarsıcı öç almadır. Hayat, bir amaç üzerinden insana verdiklerini amaçsızlıkla misliyle almaktadır. Bu sebeptendir ki –en azından bir seçenek olmadığı, kaçınılmaz göründüğü için- ölüm dahil, insanın başına bu dünyada gelebilecek en büyük felakettir.

Amaç, insanın gerçekleriyle hayalleri arasına gerilmiş sağlam bir ip, özenle yapılmış bir merdivendir. İnsan her daim içinde bulunduğu gerçeklerden olmasını umduğu hayallerine bu ipe tutunarak, bu merdiveni çıkarak ulaşmayı dener, en azından diler. Olur, olmaz, ayrı konu ama insanı hayata bağlayan bütün tutamaklar ilhamını amaçtan alır. İnsan bu haliyle amaç gözeten, amacı için yaşayan, ömrünü amacına adayan, amacı bir eksiklik giderici, bir yara sağaltıcı, bir tamamlayıcı öğe olarak gören mükemmel bir karışımdır. Öyle bir karışım ki kendisini oluşturan her bir hücre, her bir doku, her bir organ, her bir hissediş, her bir düşünüş bir amaç için çırpınır, toplanır, dağılır, gevşer, sıkılaşır, yorulur, yeniden başlar. Varoluşunun halesini amacın oluşturduğu, amaç gidince kendisi de yok olan bir ruh-beden çorbasından başka neyiz?

Bizden habersiz, bizim için çalışan, uğraş veren, çoğu zaman bizim de varlığından haberdar olmadığımız, amacı hayatımızı mümkün mertebe hastalıktan uzak, konforlu bir kılmaya adanmış bir vücudumuz var. Derin bir uykunun ardından her bir organımızı uyandıran, kendine özgü işlevi yerine getirmesi için emir veren, bacaklara yürüme, ellere tutma, gözlere bakma, kulaklara işitme vs. kudreti bahşeden beynimiz, uyurken de bağırsaklara hareket, kalbe kasılıp gevşeme, kana damarın içinde düzenli biçimde akma komutu verir ki bunların hepsinin de tek bir amacı vardır: Vücut kalesini sağlam tutmak, ölüm karşısında diri tutmak, hastalık karşısında sağlıklı olmak… Bunlardan herhangi biri amacını unutup/terk edip görevini savsaklamaya başladığında onun hemen yanı başındakiler aynı görevi üstlenmek için harekete geçer fakat ustalık alanı o olmadığı için hastalık baş gösterir. İnsanın bu dünyada karşılaştığı ağrı ve acıların temel sebebi amaç yitiminden kaynaklı işlevsizliktir. Bedensel veya ruhsal/zihinsel bütün hastalıklarımızın gerisinde o hastalığa yol açan arızi amaçsızlıklar, nispi uyuşukluklar ve görev ihlalleri vardır.

Amaçsız kalmak ile ölüm arasında doğrudan bir ilişki vardır. Amaç, gelecek zaman kipiyle akraba olduğu için amaçsızlık geleceğe kısa devre yaptırarak ruhun ölümünü hazırlar. Ölüm anında varoluşun şimdiye ve geleceğe sarılmasının bir sebebi de budur. Amaç tükenince zorunlu olarak insan geçmişten medet ummakta ve ölüm anında geçmişte yaşadıklarına sarılmaktadır. Olup bitenlerin son nefeste bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçtiğine yönelik tespitlerin son noktası, amaçsızlık duvarına çarpan insanın duvarın gerisine donuk bir şekilde bakmak zorunda kalışıdır. Durum, mikro amaçsızlıklarda da bundan farklı değildir. Ne vakit elimizdeki işi bitirsek, amaçsız kalsak, bir şey başarmanın, bir amaca ulaşmanın keyfine dalsak, geçmiş hemen yanı başımızda biter ve hayatı kendinden ibaret addeder. Amaçsızlık hiçbir zaman gelecek duygusunu ve kipini çağırmaz. Onun gözleri hep geçmişte, olmuş olandadır. Ancak bir amaç belirlendiği andan itibaren gelecek duygusu devreye girer ve gerçeğin yerini hayaller süslemeye başlar.

Ölü bilinç, en azından taşlaşmış, nesneleşmiş olarak bir gerçeğin parçasıdır. Ancak hayallerle işi bitmiştir. Bitkisel hayata girmiş bir insanın gerçekle kurduğu ilişki, en azından bedeni üzerinden vakidir. Bununla birlikte onun hayallerinin elinden alındığı söylenebilir. Dolayısıyla amaç ile hayat, amaçsızlık ile ölüm doğrudan ilişki kurarlar. Amaç, gelecek zaman kipi üzerinden insanı hayata bağlarken, amaçsızlık geçmiş-şimdiki zaman üzerinden onu hayattan koparır, hayatın mutlak aktörü olmaktan çıkarıp figüranına, hatta dekoruna dönüştürür. Mezarlıklarda gördüğümüz amaç değildir, hayat değildir, gelecek değildir. Tükenmiş amaçlar, bitmiş hayatlar ve geleceğe kapalı, geçmişe açık isimler vardır orada. Doğrusu, şehirleri mezarlıklardan ayıran çizgi de burasıdır: Mezarlıklar şimdiden geçmişe yolculuğun somut göstergeleri iken şehirler geçmişten şimdiye, oradan geleceğe akan simgelerle doludur. Ölü şehirler, ölmeden önce amaçsız bırakılmış şehirlerdir. Ölü ülkeler de öyledir. Amaçsız bırakılmış her ülke ya ölüme terk edilmiştir veya zaten ölüdür.

Nasıl Allah’ın en mükemmel eseri insan ise insan aklının en çetrefilli ama en donanımlı kurgusu da devlettir. Allah nasıl insanın içine, onu daima canlı tutsun diye bir amaç yerleştirmişse devletler de insanların ve toplumların içine amaç duygusu yerleştirmek zorundadır. Bireylerin çöküşü de toplum ve devletlerin dağılması ve parçalanması da amaç yitimiyle olur. Bir devletin bireylerin amaçlarını yerinden etmesinden daha büyük felaket düşünülemez. Amaca ulaşmanın araçlarını uzaklaştırır, yer değiştirir, saklarsanız, insanları önce amaçlarına kör eder, sonra da öldürürsünüz. Hayaller buz dağına çarpınca insanlar boğulur. İnsanları amaçlarından men etmenin hayatlarından men etmeden ne farkı var?