Altın üretimine değil ihmale karşıyız
Dünyanın en büyük altın üreticisi olan Çin, 332 ton ile listenin başında yer alıyor. Ardından 330,9 ton ile Rusya geliyor. Sonra Avustralya 315,1, Kanada 192,9, ABD 186,8,
Gana 129,2. Liste böyle uzayıp gidiyor.
Türkiye 39,5 ton ile
listenin sonlarında yer alıyor. Bunu da Amerikalılar ve Kanadalılarla birlikte
çıkarmaya çalışıyoruz.
Malumunuz dünyada altın üretiminin yaklaşık yüzde 85’inde
çok tehlikeli bir madde olan siyanür kullanılıyor. Ve zaman zaman çok ciddi
kazalar da meydana geliyor.
1971 - 2015 yılları
arasında kayıtlaya geçen 11 altın madeni kaynaklı felaketin 7'si siyanürlü
suyla bağlantılı olduğu ifade ediliyor.
Bu 11 felaketin 6'sı Kanadalı şirketlerin işlettiği
madenlerde yaşanmış.
Malumunuz ülkemizde ABD merkezli Anagold’la ortağı Çalık
Holding’in işlettiği maden şirketi de yıllardır tepki alıyor.
Tepkilerin başında bu
işletmenin Erzincan’da aktif bir fay hattı üzerinde kurulu olması ve Fırat Nehri’ne
3 km uzaklıkta bulunması geliyor. Öyle ki madenle ilgi çevre felaketi
yaşanabileceği uyarıları yapılıyordu.
Geçenlerde 9 işçinin enkaz altında kaldığı büyük bir yıkım
yaşandı. Sanırım 5-6 kişi de sorumlu görülerek tutuklanmış. Hatta şirketin Türkiye müdürü adli kontrol
şartıyla serbest bırakıldı. Hal böyle olunca tartışmaların ardı arkası
kesilmiyor.
Kimileri büyük bir
felaketle karşı karşıya olduğumuzu söylerken kimileri hiçbir sorunun
yaşanmayacağına dair kesin bilgiler paylaşıyor.
Bu hazin olayı teknik bir boyutta ele alacak değilim. Öncelikle
yazımın başında verdiğim rakamlardan yola çıkarak altın madenciliğine karşı
olmadığımı açıkça ifade etmek istiyorum.
Altın üretimine karşı
değilim ancak ihmale ve sorumsuzluğa karşıyım, onu da belirteyim.
İsterseniz çevrecilik adı altında bu tür işletmelere neden
karşı çıkıyorlar biraz da onu anlatayım.
Roma Kulübünün
seçkinleri yani 300’ler Komitesi ve yandaş medyası sadece altın üretimi için
değil nükleer çalışmalardan da nefret etmektedir. Bu yüzden de Roma Kulübü’nce
desteklenen endüstriyelleşme karşıtı “çevreci” hareketleri devreye sokarlar.
Bunlar “nükleer çılgınlık” diyerek nükleer santralleri
önlemeyi planlamaktadırlar. Çünkü Roma
Kulübü, nükleer santrallerin, üçüncü dünya ülkelerini güçlendireceğini ve özgür
bir ülke yapacağını düşünüyor.
Bu nükleer olanla alakalı gelelim altın meselesine. Rahmetli
Necip Hablemitoğlu, “Alman Vakıfları Bergama
Dosyası” adlı kitabında bu meseleyi detaylıca anlatır.
Örneğin 1986 yılında
kurulan FIAN’dan (Food First Information and Action Network/Önce Gıda Dayanışma
ve Eylem Ağı) bahseder.
Buna göre FIAN,
uluslararası ihalelerde Alman firmaların rakiplerinin zayıf noktalarını tespit
ederek kamuoyu oluşturmak, dünya üzerinde altın üretiminin önüne geçmek,
özellikle enerji alanında yapılacak yatırımları sekteye, uğratmak gibi
amaçlarla faaliyet yürütmektedir.
Bakınız Alman Degussa firması bugün dünyadaki siyanür
üretiminin üçte birini gerçekleştirmektedir. Çevreci örgütler kanalıyla
dünyanın pek çok ülkesi üzerinde baskı kuran Almanya bu firmaya hiçbir şey
demez!
Hablemitoğlu, Bergama’da da görüldüğü gibi eylemcilerini ‘anti-emperyalist’, ‘sosyalist’ ve “solcu” kesimlerden seçtiklerini söylüyor. “Böyle
yapmak suretiyle Almanya, tüm gücü ile 10 yıllık bir süreçte altın üretimini
yaptırmamayı başarmıştır” der.
Bu meselenin bir yönü. O bakımdan Erzincan’da gerçekleşen o vahim hadiseyi köpürtenlerin bir kısmını
samimi bulmuyorum. Elbette kazanın üstünü örtmek isteyen ve hiçbir şey olmamış
gibi davranan kesimi de samimi bulmuyorum.
Altın madenimizi çıkaracağız, nükleer güç sahibi olacağız
çünkü bunlar 300’ler komitesinin arzu etmediği şeyler zira bu işin sonu
bağımsızlığa doğru gidecek.
Ancak işlerimizi de doğru
ve düzgün yapmak zorundayız. En önemlisi de madenimizi sadece kendimiz
çıkarmalıyız. Ve işi, ehline teslim etmeliyiz.