Altılı masa, 'Baş'sız masa!
Horozu çok olan köyün sabahı “geç olur”muş! Bir Başkan yoksa sıkıntı.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) “Üç kişi yolculuğa çıkarlarsa, aralarından birini başkan seçsinler.” buyuruyor. Başkan yoksa disiplinsizlik var, kargaşa var, fitne var.
Bunlar başkanın olduğu durumlarda da olabilir ama olmadığı durumlarda mutlaka olur ve çok fazla olur. 6'lı masadaki "başsızlık" hâli büyük sıkıntı. Nitekim, Müzmin Erdoğan muhaliflerinden Cem Toker, Gazeteci Sabri Balaman’ın bizim de katıldığımız Akit TV’deki Derin Kutu adlı programında, altılı masadaki “en büyük eksikliğe” vurgu yaptı: “O masanın etrafında 6 değil 76 parti de olsa hiç!..
Ortada ‘karizma’ yok!”
Konuşmasının sonraki bölümlerinde, Sayın Erdoğan’ın elindeki imkânlardan ve “Karizmatik Liderliğinden” istifadeyle Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ni kazanmasının kuvvetle muhtemel olduğunu belirtti Cem Toker…
“Ben altılı masadakilerin yerinde olsam, Cumhurbaşkanlığı seçiminden çok, milletvekilliği seçimine asılırdım!” yollu cümleler kullandı.
Altılı masanın bir tek eksiği varmış; “Karizmatik Lider.”
Kitleleri peşinden sürükleyebilecek, umut olabilecek bir lider eksikliği…
Bu, hele Türkiye gibi “siyaseti” Karizmatik Liderler üzerinden şekillenen bir ülke için az bir eksiklik midir?
Kâğıt üzerinde toplumun yarısına yakının oyunu alabilecekmiş gibi görünen bir “yarı ittifak”ın bir tek “Karizmatik Lider” çıkartamaması ne demektir?
“KARİZMATİK LİDER KİMDİR?”
Sayın Erdoğan, en kararlı muhaliflerinin bile “hakkını” teslim ettiği bir Lider. Ya masadakiler?
İçlerinde çok baskın bir karakter var mı? Yok. Hayır, hiçbirini küçümsüyor değilim. Aksine, bu noktalara kadar geldiklerine göre elbette başarılı insanlar.
Lâkin, Karizmatik Liderlik başka bir şey. Bir kere, yaratılıştan olacak. Bir de, uygun ortamda gelişmesine fırsat verilecek.
Yaratılıştan var olan yetenek, uygun ortamlarda geliştirildiğinde “Lider” çıkıyor ortaya.
“Lider” denilen birinin gerçekten “Lider” olduğunu nasıl anlarsınız?
Bir kişinin “Lider” olup olmadığı tartışılıyorsa, o kişi “Lider” değil demektir!..
Yanınızda olan da, karşınızda olan da “Lider” olduğunuzu tasdik ediyorsa, gerçekten “Lider”sinizdir.
Sizi ayakta tutmak isteyenler kadar, hatta onlardan çok daha fazla “yıkmak” isteyenler vardır.
Yolunuza çok büyük engeller çıkartılır. Hayatınızın her kıvrımında büyük baskılar, büyük dertler, büyük hayal kırıklıkları, büyük zaferler olur…
Misal mi? Rahmetli Erbakan Hoca’nın hayatı…
Kurduğu partiler kapatılmış ama O her seferinde kaldığı yerden devam etmiş.
Darbelere hedef olmuş, nelerle itham edilmiş nelerle ve bir vakitler “mümkün değil” denilen Başbakanlık Makamı’na ne büyük engelleri aşarak ulaşmış…
Ne büyük güçler tarafından alaşağı edilmiş ve alaşağı edilirken bile, karşıtlarının pillerini nasıl da tüketmiş!
Lider, karşılaştığı zorluklar ne kadar büyük olursa olsun yolundan dönmeyen Adam.
Çalışma temposunu düşürmeyen, karamsarlığa kapılmayan…
Ölürken de dimdik ölen Adam.
NEREDE O ESKİ MUHALEFET RUHU!
Anavatan Partili Devlet Bakanı olarak görev yaptığı günlerde ziyaret ettiğim Merhum Kâmran İnan,
“Bu memlekette muhalefet diyorsanız, Erbakan Muhalefeti’ne bakacaksınız. Gerçekten derslerini çok iyi çalışır, çok iyi muhalefet yaparlar. Rakam rakam, tablo tablo muhalefet yaparlar!” demişti.
Merhum Erbakan Hoca’yla birlikte çalışanlardan dinlemişliğim çoktur; çalışırken öylesine yoğunlaşırmış ki, sabah ezanı okunana kadar sırtında unuttuğu ceketinin vatkaları terden sırılsıklam olurmuş.
Soralım şimdi:
Çalışırken kendinizi unuttuğunuz oldu mu hiç?
Olduysa, o işin liderisinizdir.
Siyasette Liderlik ise bambaşka bir hâldir…
Akıllarından bir türlü hesap geçen insanları bir arada tutup, hedefe yürüteceksiniz.
Disiplini bir an bile elden bırakmayacaksınız.
Azminiz, heyecanınız, çalışkanlığınız ile astlarınıza örnek olacaksınız.
Rahmetli Erbakan Hoca’nın partilerinde başka yerde göremeyeceğiniz bir “disiplin” havası hâkimdi.
Hoca’nın görev verdikleri, üzerlerine aldıkları sorumluluğun altında kalmamak için gecelerini gündüzlerine katarlardı.
O günler üzerine sohbet ederken şunları söylemişti Merhum Hoca’nın Danışman Ekibi’nin önde gelenlerinden Prof.Dr. Mete Gündoğan:
“Bir hatanızı, eksiğinizi görünce öyle bir söz yapıştırırdı ki Merhum Hocamız, ‘kamyon altında kalsaydım da bu sözleri hak etmeseydim’ diye düşünürdünüz.”
Merhum Hoca bir görev verdiyse kusursuz yerine getireceksiniz.
Bahane, mazeret yok.
“Hastalandım, kafam yoğundu, evde huzursuzluk vardı” filan yok!..
O yılların bir bölümüne meslek gereği şahitlik etmişizdir.
Milli Görüş’ün partilerinde sorumluluk alanlar, her gün “yarın seçim olacakmış gibi” çalışırlardı.
Merhum Cevat Ayhan’ı hatırlarım;
Meclis Plân ve Bütçe Komisyonu’ndaydı.
Kendisinden ne zaman ekonominin son durumu, sıkıntılar ve çözüm yolları konulu bir “bilgilendirme notu” talep etsek…
“Yarın gelin alın, hazır olur!” derdi.
Ertesi gün gittiğimizde, ayrıntılı olarak hazırlanmış, tablolarla, grafiklerle güçlendirilmiş bir “rapor” verilirdi bize.
Gelişmeleri çok yakından takip ederlerdi, hiç boşluk bırakmazlardı.
Gölge kabineleri vardı, hiçbir şeyi kaçırmazlardı.
Erzurumlu Aslan Polat’ı hatırlarım; o da Plân Bütçe Komisyonu’ndaydı.
Kemal Kılıçdaroğlu, SGK’da ne yapıyorsa, yapmıyorsa haberi olurdu.
Dönemin bakanları, kendisini arayıp, “Yeter artık Aslan Bey, size cevap yetiştirmeye çalışmakla geçiyor ömrümüz!” derlerdi.
Her konuda böyleydi onlar;
Ekonominin genel durumu, tarım, enerji, dış politika, eğitim…
Milli Görüşçüler, gece gündüz çalışırlardı.
O dönemde Milli Görüş Belediyeleri de böyleydi.
“Ben filanca yerin belediye başkanıyım, görev alanımdaki işlerden sorumluyum!” diye düşünmezlerdi.
Her belediye başkanı, Milli Görüş yönetimindeki diğer belediyelerden de sorumlu hissederdi kendisini…
Bir konuda sıkışan belediye varsa, elinde alet edevat ne varsa gönderir, bilgilerini paylaşır, yol gösterirdi.
Milli Görüş belediyeleri, bir belediye gibiydi.
Bütün imkânlar paylaşırlardı.
Türkiye’de, bilgisayar teknolojisinden en fazla istifade eden parti de, Milli Görüş’ün Refah Partisi’ydi.
Rahmetli Erbakan Hoca ve dâvâ arkadaşları, hangi sokaktan, hangi apartmandan kendilerine ne kadar oy çıkacağını, kaç kişinin Refah’a oy verip vermemek arasında kararsız durumda beklediğini milimetrik olarak kayıt altına almışlardı.
Sandığa giderken, binaların önlerinde her birinde bilgisayar bulunan Refah Partisi minibüsleri görürdünüz.
Binaya yaklaşırken sizi karşılar, son derece nazik üslupla “Oy kullanacağız yeri biliyor musunuz, yardımcı olmamızı ister misiniz?” diye sorarlardı.
Öyle bir partiydi, öylesine disiplinli, heyecanlı, özverili…
Destekleyenleri, muhalefet edenleri Rahmetli Erbakan Hoca ve ekip arkadaşlarının çalışma azimlerine, heyecanlarına hayranlık duyarlardı.
Bir de şu vardı:
Rahmetli Erbakan Hoca, Milli Meselelerde hep Devlet’in yanında olurdu. Siyasi İktidar’ın yaptıklarına muhalefet ederdi…
Millete Devlet’e, Millet’in Devlet’in çıkarlarına değil!
“Milli Meselelerde” hep Devlet’in yanında olurdu.
AYIN ERDOĞAN VE MİLLİ GÖRÜŞ DİSİPLİNİ
O ekipten Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı görüyorsunuz…
Yirmi sene boyunca girdiği bütün seçimleri kazanmış, dev dalgalı okyanuslardan geçerek bugünlere gelmiş…
Yaşı kemale ermiş bir lider.
İşte yazının başında işaret ettik,
En koyu muhaliflerinden Cem Toker de, başka muhalifleri de “Karizmatik Bir Lider” diyor.
Kendisini takip eden gazetecilerden biri, “Resmen perte çıktık abi, o ne tempo öyle” dedi geçen gün…
İster iktidara, ister muhalefete destek verin; Sayın Erdoğan’ın “temposunu, azmini, heyecanı, çalışkanlığını” teslim edersiniz.
Sayın Erdoğan’ı izlerken, “Acaba, siyasi hayatının bir yerinde Anavatan Partisi’ne, ya da Doğru Yol Partisi’ne geçmiş olsaydı… Bu temposundan, bu azminden ne kadarı bugüne kalırdı?” diye düşünmüşümdür.
Ya da şöyle diyelim: “Milli Görüş Siyaseti”nin o inancı, disiplini, heyecanı ile yoğrulmamış olsaydı… Büyük yeteneklerinin takdir edileceği bir ortamda olmasaydı. Rahmetli Erbakan Hoca’nın tedrisatından geçmiş olmasaydı…
Bugün Türkiye’nin siyaset sahnesinde, kimilerinin çok sevdiği, kimilerinin ise nefret ettiği; ama herkesin ‘Karizmatik Lider” dediği Recep Tayyip Erdoğan olur muydu?”
HHH
Demek ki ortada bir “Yaratılıştan Gelen” Liderlik Kabiliyeti olacak, bir de o kabiliyetin geliştirilmesine, değerlendirilmesine müsait bir ortam.
Mesela… Sayın Abdullah Gül de, bir ara Rahmetli Erbakan’la birlikte çalıştı.
Öncesinde, Büyük Doğu’da Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’i tanıdı. Lâkin… Hiçbir vakit “Karizmatik Lider” olarak nitelendirilmedi.
“İki şart” dedim ya;
Bir, yaratılıştan gelen kabiliyet..
İki, o kabiliyeti geliştiren, kıymetini takdir eden ortam.
Her yerde her ürün yetişmiyor, ya da yetişse de zorlaya zorlaya bir yere kadar oluyor. Başka yerlerde de sarımsak var ama, hiçbiri Taşköprü Sarımsağı gibi değil mesela!..
Şimdi… “Başı olmayan” bir Altılı Masa tablosu var karşımızda.
HDP’liler de oraya oraya çalışıyor, “Siz kimsiniz ki bize ayar vereceksiniz, oralarda bizim sayemizde oturuyorsunuz!” yollu ifadelerle tahkir, tezyif ediyor.
Liderlerden hiçbiri de, masaya ağırlığını koyacak durumda değil.
Mesajların “Belediye Bondosu” üzerinden verildiği bir vasat.
Nerede o eski Erbakan Hoca Muhalefeti?