Alparslan, Yavuz, Erdoğan
Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nün 26 Ağustos'ta açılması ve yine Malazgirt Savaşı gibi bir Cuma gününe tevafuk etmesi ta 1071 lere Malazgirt'e aldı, götürdü.
Sultan Alparslan, Büyük Selçuklu' nun en büyük hükümdarıdır. Onun büyüklüğü zaferlerinden çok kişiliği ile alakalıdır. Zaferleri de zaten kişiliğinin eseridir.
Alparslan son derece cesur, vakur, ama aynı zamanda mütevazi ve mütevekkildir. Malazgirt'e giderken Roma Ordusu'nun sayıca 5 de, 6 da biri kadar sayıdaki askerine rağmen savaşa girmekten hiç tereddüt etmemiştir.
Roma İmparatoru Romen Diyojen'le karşılaşmak mukadder olduğunda Halep civarlarının fethinde idi. Roma Ordusu'nun asker sayısına bakılınca Horasan'a giderek takviye birlikler alması uygun olacaktı. Ama o harplerin sayı ile kazanılmadığını biliyordu.
Savaş alanına az sayıdaki askerleri ile geldi. Beyaz bir ata, beyaz kefenle bindi. Şehadete tam hazırdı. Bu durumu ve yürekten yaptığı iman dolu hitabeti İslam askerlerini tam motive etmişti.
Hilal taktiği ile savaş kazanıldı. Roma ordusu darmadağın oldu.
Savaş hazırlıkları yapılırken savaşa katılmak isteyen sıska bir genci Alpaslan'ın Başveziri savaşa katılmaması için uyarmış, gencin ısrarı üzerine de, izin vermiş, şaka yollu "Belki İmparatoru esir alırsın" demişti. Gerçekten İmparatoru o genç esir aldı.
Malazgirt ile ilgili ilk ciddi yazılı kayıtlar savaştan takriben 100-150 yıl sonrasına aittir. Malazgirt Savaşı kazanıldığında, bu savaşın yüzyılları belirleyeceği, Anadolu'nun kapılarını açacağı hissedilememiştir. Muhtemelen bu nedenle yazılı kayıtlar ihmal edilmiştir.
Malazgirt'in ihtişamı Asırlar sonra geriye bakıldığında anlaşılabilmektedir.
Tarihi olaylar bazen böyledir. Tarih yazanlar bazen ne büyük iş yaptıklarını bilmezler.
Yahya Kemal, İstanbul'u fetheden askerlerin istirahat anlarında, Hazreti Ali Cenkleri, Battal Gazi Destanı, Bedir Gazvesini okuduklarını tevazü ve mahviyet içinde o gazvelerin gazilerine gıpta ettiklerini anlatır.
Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine niyyetlenirken musahibi Hasan Can'a bir sabah "İmdi ne düş gördün beyan eyle, dinleyelim" der. Bir rüya görmeyen Hasan Can'ı bir kaç kez sıkıştırır. Hasan Can sarayda sıkıntıyla dolanırken Hünkarın beklediği rüyayı Kapı Ağası Hasan'ın gördüğüne şahit olur. Hemen o rüyayı Hünkar'a nakleder.
Rüya şöyledir; "Gecenin bir vakti Saray dakk-ı bab edilir.(kapısı çalınır.) Hasan kapıyı hafifçe aralar, aralıktan dışarı bakar. Kalabalık halde gelenler Arap elbiseli, Arap simalı, bir ucu omuzuna sarkmış sarıklı, nurani şahıslardır. Silah kuşanmışlar, ellerine bayrak almışlar. Kapının yanında da dört nurani kimse durmaktadır. Ellerinde birer sancak vardır. Kapıyı vuran şahsın elinde ise Resulullah'ın (sav) sancağı bulunmaktadır. Hasan Ağa'ya der ki; "Bizi Resulullah (sav) gönderdi. Selam ettiler ve buyurdular ki, "Yavuz kalkup gelsün, Haremeyn hizmeti ona verilmiştir. Bu gördüğün dört kimesneden; şu Ebu Bekri Sıdık, şu Ömer-ül Faruk, şu Osman-ı Zinnureyn'dir. Seninle konuşan ben ise Ali Bin Ebu Talib'im. Var Yavuz Sultan Selim Han'a Resulullah'ın bu emrini bildir" der.
Yavuz, rüyayı gözyaşları içinde dinler. Hasan Can'a tevazuyla;
"Biz sana demez miyiz ki, hiçbir tarafa memur olmaksızın gitmeyiz. Ecdadımız velilikten hisse sahibi olmuşlardı. Ama bir ben onlara benzemedim" der.
Erdoğan, hem 15 Temmuz'daki Alparslan' lara, Yavuz' lara layık dirayet ve cesaretiyle, hem Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nü bir Malazgirt gününde, o Aziz Sultanlara armağan etmesiyle, Ümmet-i Muhammed'i bahtiyar, Haçlıları makhur etti.