Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.55
Gram Altın
2492.49
BIST 100
9548.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

08 Eylül 2021

Alman sevdası

Şimdi böyle söylüyorum da bana kızıyorlar. Ama bu söylediklerim birer hakikat. Nedir efendim o? Şudur:

Türkiye son 20 yılda tam bir Alman arabası cennetine döndü. Son 15-20 yılda Alman arabalarının satış rakamları adeta rekor kırdı. Bunun önemli bir kısmını ise kamu talepleri oluşturuyor. Yani kamuya makam aracı olarak alınan araçlardan bahsediyorum. En tepeden en aşağıya kadar her kademede Alman araçları baş tacı edilmiş vaziyette. En dipteki daire müdüründen en üst mertebeye kadar herkesin altında bolca var bu araçlardan. Bu araba sevdası nedir arkadaş, anlamadık gitti.

Herkes kendi özel hayatında istediği markayı tercih etmekte özgürdür, kimse buna karışamaz. Adamın parası varsa gider vergisini öder, istediği arabaya biner. Kim kime bu zamana kadar karışmış? Ancak söz konusu olan milletin parası olunca orada sorun başlıyor. Neden? Çünkü kimsenin toplumun tamamına ait bir parayı kafasına göre çarçur etme hakkı yok! Kimse kendi konforu ve rahatı için kabul edilmeyecek eşyaları kamu adına kiralayamaz, alamaz, satamaz. Kanun müsaade etse de vicdan ve ahlak hatta din buna müsaade etmez. Kamuya ait her kuruşta tüyü bitmemiş yetimin hakkının olduğunu unutmayalım.

Kamuda ihtiyaç kapsamında olan ve devletin çok üst kademelerinde güvenlik gereği alınmak zorunda olunan araçları istisna tutarak –ki orada da farklı tercihlerde bulunulabilir– şunu söyleyebiliriz ki alınan bütün tasarruf tedbirlerine, yayınlanan bütün genelgelere rağmen kamu görevlileri lüks araçlara tamah etmeye devam ediyorlar. Geçenlerde Anadolu’da nüfusu 10 bini bile bulmayan bir beldenin belediye başkanı altına Alman marka bir araç aldı ve bu kamuoyunda çok tartışıldı. Değeri 700-800 bini bulan bu araç, toplumda ciddi rahatsızlık oluşturdu. Oysa ki o belediyenin geliri belli, gideri belli, bütçesi belli… O belediye başkanımız 300 bin TL’ye çok da güvenli ve konforlu yerli bir aracı tercih edebilirdi.

Ankara’da da durum çok farklı değil. Bakanlıkların önü lüks Alman araçlarıyla dolu. Tahsisat listesinde bulunmayan pek çok kamu görevlisi bu lüks araçları şoförleriyle birlikte kullanıyorlar. Oysa ki altına makam aracı verileceklerin listesi resmi yayınlarda tanımlanmıştır. Normalde herkesin bu listeye riayet etmesi beklenir. Ama kimse bu sınırlamaya itibar etmiyor. Herkes caka, fiyaka, konfor peşinde. Tamam anladık, görev gereği mesai saatleri içinde ortak havuzdan araç alıp kamunun işini bu araçlarla görebilirsiniz ancak iş akşam eve bırakılmaya yahut özel işlere gelince işin bu kısmı resmi cetvellerle sınırlanmıştır. Bu sınırı çiğnediğiniz anda kul ve kamu hakkına girmiş olursunuz. Ne yazık ki bu sınır sadece araç kullanımında değil başka konularda da çiğneniyor. Kul hakkı, kamu hakkı kimsenin umurunda değil.

Euro üzerinden Avrupa’dan getirilen araçlar cari açığın oluşumunda da ciddi pay sahibi olsa gerek. Elimizde net bir rakam yok ama neticede bu araçlar ithalat yoluyla geliyor. Özel sektör ve kamu alımlarının toplam tutarı yine kamu tarafından araştırılmalı ve ortaya konulmalı.

Şimdi burada bir başka husus da şu. Mesela bu Alman araçlarıyla aynı kalitede Japon araçları da var. Neden bunlar tercih edilmiyor? Belki bunların fiyatları daha da ucuza gelebilir. Belki bu sayede hem Uzakdoğu ile olan bağlarımız, ticaretimiz de güçlenir. Mesela Japonların tüm dünyada çok satan markalarından birisinin premium sınıfta bir aracı var ki içinde yok yok. Üstelik bu araç Alman araçlarının fiyatlarının üçte biri, dörtte biri fiyatına satılıyor. Fiyatı bir milyonu bile bulmayan bu araçlar pekâlâ üst düzey kamu alımlarında ya da kiralamalarında tercih edilebilir. Devlet bu alımlar sayesinde ciddi oranda tasarruf da sağlar. Bilerek marka vermiyorum ki hem reklama girmesin hem de bir marka ya da lobi adına konuştuğum gibi içi boş bir dedikodu hasıl olmasın. Hiçbir şirket ya da lobi ile bağlantım yok. Zaten konumum gereği böyle bir çevre ile ilişkili olmam da mümkün değil. Sadece az çok oto piyasasını bilen birisi olduğum için bunları yazıyorum.

Diyeceğim o ki, biz israfı, lüksü, konforu seven bir milletiz. Gösteriş bizim için çok önemli. Belki bu doğu kültürüne mahsus tarihsel bir hastalıktır, bilemiyorum. Ancak bildiğimiz bir şey varsa o da şu ki başkalarına ait değerleri harcamak her zaman kendi alın terinle kazandığını harcamaktan daha kolaydır. Ama bu kolaylığın yanında büyük bir mesuliyet olduğunu da unutmayalım.