"Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun!..-5"
Bir gün Efendimiz aleyhissellama bir adam gelerek: “Ya Rasülallah! Ben Müslüman olmak istiyorum. Fakat İslam’ın yasakladığı birçok kötü huylarım var, bunlardan vazgeçemiyorum,” dedi. Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem: “Benim hatırım için yalanı bırak, bundan sonra yalan söyleme,” buyurdu. Adam bu teklifi memnuniyetle kabul etti. İslam’ı kabul ederek, imanla şereflendi. İçki, kumar, zina ve benzeri kötülüklere alışkın olan adam: “Ben şimdi yalanı bıraktım. Neye mal olursa olsun yalan söylemeyeceğim. Peki içki içip, kumar oynayıp, zina yapsam, yarın Hazret-i Peygamber, bana sorsa ne cevap vereceğim? Yalan söylemeyeceğime göre evet demeye utanmaz mıyım,” diye düşündü ve böylece bütün kötü huylarından vazgeçti.”
Görüldüğü
gibi doğruluk insanı selamete götürür.Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Tehlikeyi
doğrulukta görseniz de doğruluğu araştırınız, zira kurtuluş ancak ondadır.”
Doğrulukdünyada
şeref, âhiretteise, saadetve selamete vesiledir. Şüphesiz doğrular, izzet,
şeref, fazilet, iffet, haysiyet ve vakar sahibidirler. İslam, insanlara
inançta, sözde ve işte doğruluk ve dürüstlüğü emreder.AllahüTeâlâ, şöyle
buyuruyor:
“Sen,
beraberindeki tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin,
doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.” (Hud 112) Bu ayet-i kerimenin nâzil
olmasından sonra Peygamber Efendimiz: “Hud suresi beni kocattı.”
buyurmuştur.
Bir
genç, Kâbe’de hep;“ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, ey haramdan
sakınanların yardımcısı olan Allah’ımsana hamdü sena ederim,” diye dua eder. Bu
durum herkesin dikkatini çeker. Biri, “neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka
bir şey bilmiyor musun,” diye sorar. Genç şöyle cevap verir:
7-8
sene önce yine Kâbe’de iken içi altın dolu bir torba buldum. İçinde tam 1000
altın vardı. İçimden bir ses “bu altınlarla, şunları şunları yaparsın,” diyordu.
Kendi kendime, “bu benim değil, başkasının malı, kullanmam haram olur,” dedim.
Bu sırada biri, “şöyle bir torba bulan var mı,” diye bağırıyordu. Çağırdım ona;
nasıl bir torbaydı, içinde ne vardı diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde
1000 altın vardı, dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp
içinden bana 30 altın verdi.
Daha
sonra pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir köleyi överek satıyorlardı. Gencin
temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz
dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım. Bir
iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum.
Bir gün onunla yürürken karşıdan iki üç kişi belirdi. Genç bana dedi ki, “efendim,
ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden
beni satın almak isteyecekler. Sen iyi bir insansın, beni onlara 30 bin
altından aşağıya satma,” dedi.
O kişiler yanıma geldi, bu köleyi bize satar
mısın dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz dedim. İyi ama
sen bunu 30 altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz, dediler. Öyleyse
gidin pazardan alın, dedim. Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar. 30
binden aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp
gittiler. Ben o 30 bin altınla ticaret yaptım, daha çok zengin oldum. Bir gün
bana arkadaşlar;“zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti.
Onunla seni evlendirelim,” dediler. Ben de olur, dedim. Nikah kıyıldı. Develer
yükü çeyizler geldi. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti, kıza, bu nedir
dedim. İçinde 970 altın var, babam Kâbe’de bunu kaybetmiş, bulan gence 30’unu
vermiş. Kalanını da bana hediye etti, çeyizine koyarsın, dedi. Bundan sonra
şöyle düşündüm; demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş, vermese idim
haram yoldan gelecekti, şimdi ise, helal yoldan geldi…