"Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun!..-4"
Sevgili Peygamberimiz sallallahü
aleyhi ve sellem, doğru olmayı; iyi insan olmanın şartı saymış, cennete
girebilmek ve sıddıklar makamına varabilmek için, doğru olmak gerektiğini ifade
buyurmuştur.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Size
doğru olmanızı emrederim. Çünkü doğruluk iyi olmaya, iyilik de cennete götürür.
İnsan doğrulukta sebat ederek nihayet Allah katında ‘sıddîk’ (dosdoğru
kişi) diye yazılır. Size yalan söylemeyi de yasaklıyorum. Çünkü yalan
kötülük işlemeye, kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalan söyleye söyleye
sonunda Allah katında ‘kezzâb’ (yalancı kişi) diye yazılır.”
(Buhari)
Görüldüğü gibi yüce dinimiz İslamda doğruluk,
büyük bir fazilet olarak teşvik edilmiş, onun tersi olan yalan söylemek, hile
yapmak ve sahtekârlık ise, yasaklanmıştır. Biz, Dinimizin bu güzelliğini
sözlerimiz ve davranışlarımızla göstermeli, dosdoğru kimseler olmalıyız. Aksi
takdirde müslüman olmayanlar, bizim yalancılık ve sahtekârlığımıza bakarak Dinimiz
hakkında çok yanlış düşüncelere sahip olurlar, bunun da vebali çok büyüktür.
Doğruluk öyle bir meziyettir ki;
insanı dostlarının sevgisine mahzar kılar, düşmanlarını da takdire mecbur
bırakır. Evet doğruluğu dostlar kadar, düşmanlar da takdir ederler.
Doğruluğun yegâne timsali olan
Efendimiz aleyhisselamı düşünelim: O’nun düşmanları, en büyük mucizeleri
gördükleri halde sihirdir, diyorlardı. Bir gün Ebu Cehil, avucuna çakıl taşları
gizlemişti. Dedi ki: “Ya Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem!) Sen peygamber
olduğunu iddia ediyorsun. Eğer gerçekten peygamber isen, şu avucumun
içindekileri bil bakalım.” Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselam: “Benim
gerçekten peygamber olduğumu ben değil, elindeki taşlar söylesin,” buyurdu.
Bu esnada Ebu Cehil’in elindeki taşlar: “Lâ ilâhe ilellâh” (Allah’tan
başka ilah yoktur,) diyerek, kelime-i tevhidi söylemeye başladılar. Çakıl
taşlarının söylediği kelime-i tevhidi bizzat kulaklarıyla duyan Ebu Cehil ve
arkadaşları: “Ne büyük bir sihirbazsın” diyerek, yine küfür ve inkârlarında
direttiler. Bu derece düşmanlıklarına rağmen müşrikler bile, Efendimiz
aleyhisselamın doğruluğunu kabul etmişler ve kendisine el-Emin
(güvenilir kişi) demişlerdir.
Doğruluk,
insanlar arasındaki bağları güçlendirir; dostluk ve arkadaşlık kurmalarını, ilişkilerini
düzenli bir şekilde devam ettirmelerini sağlar. Çünkü doğru söyleyen ve dürüst
davranan insan, başkalarının sevgi, saygı ve güvenini kazanır.
Doğruluk,
insanı daima iyiliğe yönlendirir ve onun ahlakını güzelleştirir. İnsana huzur
verir, kişilik ve güven duygusu geliştirir. Çünkü doğru söyleyen ve dürüst
davranan insan kendisinden emindir, vicdanen de rahattır. Yalan söyleyen kişi
ise, yalanı ortaya çıktığı zaman mahcup olur. Ancak doğru söyleyen insanın
böyle utandırıcı bir durumla karşılaşması söz konusu değildir.
Doğruluk,
insanı âhirette kurtuluşa ulaştırır. Yüce Allah’ın emirlerine itaat eden,
yasaklarından kaçınan, doğru sözlü olan, her işinde doğruluğu ve dürüstlüğü
esas alan kimse cennete girer. Çünkü yüce Allah, doğru insanları bağışlayıp
ödüllendireceğini müjdelemiştir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Allah’a
teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar, İslâm dinine iman eden erkekler
ve iman eden kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar, dürüst
erkekler ve dürüst kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar,
mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, hayır yolunda infak eden erkekler ve
infak eden kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını
koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler
ve çok zikreden kadınlar var ya, işte Allah onlara mağfiret ve büyük bir
mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab 35)
Doğrulukta izzet ve şeref, saadet ve
selamet vardır. Doğru olan milletler, hem toplumsal açıdan hem de ekonomik
yönden yükselirler. Doğruluğu şiar edinen toplumlar güvenli toplumlardır. Böyle
toplumlarda herkes huzur ve sükûn içinde yaşar. Anarşi ve kargaşa olmaz, kimse
kimsenin malına, canına, ırzına ve namusuna göz dikmez. Bunun içindir ki,
Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Men
gaşşenâ feleyse minnâ!” (Bize aldatan, bizden değildir.) (Müslim)
(Devamı haftaya…)