"Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun!..-2"
Doğruluk, Müslümanın en temel özelliklerindendir. Allah’a gerçek mânâda inanmış bir Müslüman; kalbiyle, sözüyle, işiyle velhasıl her yönüyle doğru olmak zorundadır. Müslüman ikiyüzlü olmaz. O, olduğu gibi görünür, göründüğü gibi de olur. Sözü özüne uyar. İçi başka dışı başka olmaz. Gerçek mümin; hakkı sever, hakkı söyler, hakkı saklamaz ve haktan rahatsız olmaz. Başkalarının hakkına asla tecavüz etmez. Yalan söylemez, yalan yere yemin etmez, yalancı şahitlik yapmaz. Hiçbir işine hile karıştırmaz. İşte doğruluk ve istikamet budur…
Fertleri,
doğruluk karakterini kaybetmiş toplumlarda, yalancılık hâkim olur. İnsanlar
arası ilişkiler yapmacık olur ve doğruluktan uzaklaşır. İnsanlar şahsî çıkarlar
peşinde birbirlerini kandırmak için türlü oyun ve desiselere başvururlar. Böyle
bir toplumda insanlar, âhireti düşünmez, materyalist dünyanın hevâ ve
heveslerine uyarlar. Çünkü böyle insanlarda Allah korkusu yoktur. Bu, kuşku
toplumudur. Kimse kimseye güvenmez. Böyle bir toplumda, yalancılık yüzünden
çoğu zaman hakikat de ortaya çıkmaz...
Doğruluktan
ayrılanlar, yalnız içinde yaşadıkları cemiyete zarar vermekle kalmazlar,
kendilerinden sonraki nesillere de kötü örnek olurlar. Doğruluktan ayrılanlar,
aslında başkalarını değil, kendilerini aldatmakta ve yıkmaktadırlar. Dolambaçlı
ve gayr-ı meşru yollarla elde edilen servetler, sahiplerine dünyada bir leke, âhirette
ise ateştir. Dürüstlükle ve meşru yollardan elde edilen kazançlar ise, az da
olsa sahibini huzur ve saadet içinde yaşatır. Âhirette ise, cennete girmesine
vesile olur. Gerçek mümin, şartlar ne olursa olsun, emrolunduğu gibi dosdoğru
olup istikametten ayrılmaz; yalana, hileye tenezzül etmez. O, Müslüman
şahsiyetine; haysiyet ve şerefine gölge düşürmez.
Nifak;
insanın içinin dışına, dışının içine uymamasıdır. Bu durum kimde tahakkuk
ederse, münafıkların bir vasfını taşıyor, demektir. Konu ile alakalı bir hadis-i
şerifte şöyle buyuruluyor: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler,
söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”
(Buhârî) Bu hadis-i şerifte beyan edilen alametler, nifakın açık delilleridir.
Yalan
söyleyenin, vaadini yerine getirmeyenin ve emanete ihanet edenin, dışı içine,
özü sözüne uygun değildir. Bu üçü de toplumsal düzenin destek aldığı üç yüksek
faziletin tam zıddıdır. Her şeyden önce itimat edilecek olan şey sözdür.
Toplumsal, hukukî ve siyasî ilişkiler sözlü itimatla cereyan eder. Bunun
içindir ki yalan, her din ve millette denaet-i ahlakiye yani ahlakî alçaklık olarak
kabul edilmiştir. Bundan dolayı yalanın her çeşidinden kaçmalı ve doğruluğu
şiar edinmeliyiz. Tam olarak doğru olabilmek için şunlara dikkat etmek gerekir:
Sözde
doğruluk: Konuşurken, bir şeyden söz ederken; gerçeği
çarpıtmadan, ters yüz etmeden konuşmak lazımdır. Zaruret olmadıkça tarizle ve
imalı konuşmamalıdır. Ağzımızdan çıkan
her söz doğru olmalı, vaki olanı yani olguyu yansıtmalı ve hakikatin ta kendisi
olmalıdır. Allahü Teâlâ’nın bize verdiği en büyük nimetlerden biri de lisandır.
İnsan bu nimeti, Allah’ın yasak ettiği şeylerde; yalanda, dolanda kullanırsa o
büyük nimeti tepmiş ve nankörlük etmiş olur.
Niyette
doğruluk: Yapmak istediğimiz işi, sırf Allahü Teâlâ’nın
rızasını kazanmak için yapmaya niyetlenmeli ve bu halis niyete asla başka bir
şeyi karıştırmamalı, yani ihlası elden bırakmamalıyız.
Azimde
Doğruluk: Hayırlı işler yapmayı tasarlarken gerçekçi
ve doğru olmak gerekir. Mesela, “şöyle bir imkâna sahip olursam, şu hayırlı
işleri yaparım” diyen kimse, o imkâna sahip olduğunda sözünde durmazsa,
azminde doğru değil, demektir.
Fiilde
doğruluk: Hakkaniyetle hareket etmek, haktan
ayrılmamak, sözün öze uygun olması. Yemine bağlı kalmak, verilen sözü tutmak ve
yanlı iş yapmamak gibi.
Dinimiz,
doğruluğa çok önem verir; doğru olmayı tavsiye eder ve aynı zamanda doğru
insanlarla beraber olmayı da emreder. Aynı şekilde İslam dini yalancıdan ve
yalancılıktan nefret eder ve yalanı; insanların arasını bozan, birbirlerine
duydukları güveni sarsan büyük tehlike ve günah olarak görür…
(Devamı haftaya…)