"Allah'tan korkun, sâdıklarla beraber olun!"
Cuma Namazı sonrası sohbet ettiğimiz “Mütefekkir” dostumuz
“Sizin meslektaşlardan biri ile
konuştuk geçtiğimiz günlerde” dedi…
“Canı çok sıkkındı. Mesleği bırakmak
istediğini söyledi. Etrafındaki
samimiyetsizlikten bıkmış, usanmış. ‘Kimin eli kimin cebinde belli değil!’
diyor. Bu ortam yıllardır ruhunu daraltıyormuş. Birbirlerinin arkasından
demediklerini bırakmayan insanların, yan yana geldiklerinde can ciğer kuzu
sarması görüntü vermeleri… Dünyevi menfaat uğruna şahsiyetin ayaklar altına
alınması… Ortam, kalbini kirletiyor, ibadetlerinin lezzetini yok ediyormuş.”
*
Meslektaşımız,
kalabalıklar içinde “yalnızlık”
çekiyor.
Kim
çekmiyor ki?
Bu
yazıyı yazan da, okuyan da…
Yalnız.
Fena
halde canımız sıkılıyor.
Patlayacak
noktaya geliyoruz.
“At izi it izine karıştı” şikâyetini
işittiğimizde…
Hüzünle,
“Hem de ne karışmak!” diyoruz.
“Huzurumuz kalmadı!”
Ortak
duygu bu.
Peki,
yok mu bu gidişin bir çıkış yolu?
Nasıl
olmaz…
Kur’an-ı
Kerim’e “iman etmiş” insanlarız
değil mi?
Hamdolsun.
Öyleyse…
Çıkış
yolu belli değil mi?
“Bilesiniz ki, gönüller ancak Allah’ı
zikretmekle huzura kavuşur!” (Ra’d,
28)
*
Yazıya, “yalnızlıktan” girdik ya…
Doğru:
Dost arıyoruz!
Vefa arıyoruz!
Yaratan’a vefası olmayandan “kul”a vefa beklenir mi?
Buyuruyor ki Rabbim:
“Ey İman Edenler, Allah’tan korkun,
sâdıklarla beraber olun!” (Tevbe,
119)
*
Cafer Sâdık
Hazretleri, Sevgili Babası’nın üç nasihatini
dile getirir “dost” sohbetinde:
-Gâfil ve fâsıklarla
beraber olma,
-Günah işlenen
yerlerin müdavimi olma,
- Diline sahip ol!
*
Bir de…
Boş vakit şeytanın atölyesi imiş!..
Buyuruyor ki Rabbim:
“Boş kalınca hemen başka işe koyul ve
Yalnız
Rabbine yönel!” (İnşirâh, 7)
*
Can sıkıntısıymış…
Yapacak iş mi yok?
Nasıl olmaz?
O kadar çok “iş” var ki…
Soruyor hepimize Rasûlullah Efendimiz:
- Bugün yetim başı okşadınız mı?
- Aç doyurdunuz mu?
-
Bir hastaya ziyaretçi oldunuz mu?
- Cenaze teşyiinde bulundunuz mu?
*
Pişmanlık.
Bir gece
takipçilerimize sorduk:
“Bu gecenin son geceniz olduğu bildirilse…
Ne yaparsınız?”
*
Bugün, Miladi
takvim hesabıyla “Ay”ın 10’u ya…
Diyelim ki, “Ay”ın 11’inde mezarda olacağınızı
biliyorsunuz…
Ne yaparsınız?
Kimi, “Sabaha kadar namaz kılar, tövbe ederim!”
der.
Kimi, “Çoluk çocuğumu düşünürüm, onların
istikbalini” der…
Kimi, “Kafayı yerim”e benzer şeyler söyler...
*
Ya ben ne
yaparım?
*
Rabbim
buyuruyor ki,
“Ölüm gelip de, ‘Ey Rabbim, ölümümü yakın zamana
kadar geciktirsen de, sadaka verip iyilerden olsam!’ demeden önce size rızık
olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın!” (Münâfikûn,10)
*
Ölüm
geldiğinde, “Birazcık daha fazla zaman”
diye yalvaracağız.
En büyük pişmanlık.
Nice Hadis’i
Şerif’teki ortak mesaj:
“Fırsat varken helâlleşin!”
*
Bugünler ne
güzel günler değil mi?
“Ramazan İklimi”.
Çok şık
söylem!
Peki…
Mübarek
Ramazan-ı Şerif’i idrak ediyor muyuz acaba?
İdrak etmek…
Sadece “erişmek” değil.
Yaşayan herkes
erişiyor.
Bir de tam
mânâsıyla “idrak etmek” var.
“Mânâsını anlamak” diyelim.
Ramazan-ı
Yaşamak.
“Gıybet oruç bozar mı?” sorusu geldi şimdi aklıma…
Rabbim, “… Birbirinizin gıybetini yapmayın,
herhangi biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan
tiksindiniz!” buyurur… (Hucurât,12)
Allah
Resûlü’nün “gıybet”i tarifi de
şöyledir:
“Ben o kardeşinizin etini, dişlerinizin
arasında görüyorum!”
*
Ne çok insan eti var,
değil mi dişlerimizin arasında!
Nasıl da ha bire damgalıyoruz
birbirimizi!..
Sosyal medyada hele…
Eğrisine doğrusuna pek
bakmadan, nasıl da paylaşıyoruz işimize gelenleri!..
*
“İdrak” dedik…
Hani, “Yalnız kaldık,
kimseye güven yok… At izi it izine karıştı, bu ne biçim haldir!” diyoruz
ya…
“Hiçbir yerde huzur yok!” diye
ağlaşıyoruz ya…
“Kur’an ve Sünnet’ten bu
kadar uzaklaşan kalpler” nasıl huzur bulsun?