"Allah'ın yardımı ne zaman?"
Biz yardım edilmeyi hak
ettiğimiz zaman!
Ne yazık ki
durumlarımız sıkıntılı.
Gazze’deki Siyonist
Soykırım karşısındaki acziyetimiz utanç verici.
“Gevşemeyin,
hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan
sizlersiniz.”
Rabbim böyle buyuruyor, biz ise
gevşedikçe gevşiyor, hüzünleniyor, hatta zaman zaman “Gazze gitti, gider!” diyoruz!
Ümitsizlik bize
yakışmaz da, kendimizden ümidimiz yok.
“Eğer gerçekten iman etmiş kimseler iseniz!
Bu durumda, gerçekten
iman etmemiş kimseler mi oluyoruz?
Allah muhafaza!...
Allah muhafaza derken
bile “MuhafazaKÂR” tarafımızla mı dua ediyoruz?
“Seçim”i, “soykırım”dan çok daha fazla
gündeminde tutan bir topluluk…
Bizler!..
Böyle hayıflanırken…
Ehl-i tefekkür
sesleniyor, yakınlardan:
(*) Bu fânî cihan, bir
imtihan yurdu.
Hiçbir köşesi imtihandan âzâde değil. Evvelâ bu hakikati hiçbir zaman unutmamak
gerekiyor. Nitekim Rabbimiz, en sevgili kulları olan peygamberlerini dahî ilâhî
imtihanlarından muaf tutmamıştır. Bilâkis çilelerin en ağırlarını
peygamberlerine yaşatmıştır.
Çileye talip olmak.
Çileyi göze almak, zor
mesele.
İman meselesi!
Rûhu’l-Beyan’da şöyle
naklediliyor:
-
Âlimler
demişlerdir ki:
Her peygamber,
«Allâh’ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar zorluklarla karşı karşıya gelmiştir.
Bu hâl, Rasûl-i Ekrem
-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de Mekke Fethiʼnden önce, zorluk ve
sıkıntıların had safhaya ulaştığı günlerde görülmüştür.
Hattâ Hendek
Savaşıʼnda, sahâbe-i kirâmın sabrı tükenip çaresizlik içinde nusret talep
ettiklerinde, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;
«Allâh’ın yardımı ne zaman?!.» demiştir.
Bunun üzerine Allah
Teâlâ rüzgâr ve melek ordularını göndermiş, kâfirler gürûhu da böylece hezimete
uğramıştır.
O gün Müslümanlar,
tâkatsizlik, şiddetli korku ve aşırı soğuktan öyle bir durumda idiler ki, Hak
Teâlâ bu durumu;
«…Korkudan gözler kaymış, yürekler ağızlara
gelmişti…»
(el-Ahzâb, 10) ifadesiyle tasvir buyurur.”
Rabbimiz kullarını, kimi
zaman nîmetle, kimi zaman da mahrûmiyetle test eder. Ağır imtihanlarda bile
kulun Rabbiyle olması, onun îmanda sadâkatinin tescîlidir. Hayatın
med-cezirleri karşısında kulun hamd, rızâ, teslîmiyet ve şükür hâlini
koruyabilmesi, Allah ile beraberliğinin bir nişânesidir. Bu hakikati bizler,
bugün Gazzeli kardeşlerimizde en bâriz şekilde görmekteyiz.
Bir Müslüman’ın,
meşakkat veya zorluklarla karşılaştığında ümitsizce sızlanmaya ve;
“Kulu olduğum Allah,
niçin bu zor zamanımda yanımda değil?” nevinden ucu küfre sarkan isyan
ifadeleri kullanmaya aslâ hakkı yoktur. Zira bu imtihan âleminde Allah Teâlâ
kulunu imtihan eder; -hâşâ- kul Rabbini değil!
Abdülkâdir Geylânî
Hazretleri şu nasihatlerde bulunur:
“Ey oğul! Sırf seni
müptelâ kılabileceği belâlarından ötürü Allah’tan uzaklaşma! Allah seni bazı
belâlara dûçâr eder.
Bunun sebebi şudur:
Acaba sebeplere dayanıp
O’nun kapısını terk mi edeceksin, yoksa O’nun kapısına mı yapışacaksın?
Acaba zâhire mi
dayanacaksın, yoksa bâtına mı?
Acaba idrâk edilene mi
güveneceksin, yoksa idrâk edilemeyene mi?
Acaba görünene mi
yöneleceksin, yoksa görünmeyene mi?..
Sana verilen mârifet,
hüner ve muvaffakıyetleri, nefsinden mi bileceksin Hak’tan mı?..”
Gazzeli kardeşlerimiz
de zulmün en ağırına mâruz kalmalarına rağmen, Cenâb-ı Hakk’a olan sadâkat,
tevekkül ve teslîmiyetleriyle, nice hidâyet mahrumunun intibâha gelmesine,
İslâm’ı araştırıp müslüman olmasına vesîle oldular.
BİZİM CAN SAĞLAM, İMAN TEHLİKEDE!
Bir kardeşimizin
ifadesiyle; “Gazzelilerin îmanları
sağlam canları tehlikede, bizimse canlarımız sağlam îmanlarımız tehlikede!..”
Rabbimiz, şu mübârek
günler hürmetine Gazze’deki kardeşlerimizin bir an evvel selâmete çıkmalarını,
ümmet-i Muhammed’in diriliş ve uyanışını, lûtf u keremiyle ihsân buyursun.
Ramazân-ı Şerîf, mânevî
bir hazine değerindeki mübârek ve müstesnâ bir zaman dilimi.
Nasıl ki ağaçların
çiçeklenip meyve verebilmek için bahar mevsimine ihtiyaçları varsa; Ramazân-ı
Şerîf de âdeta mânevî hayatın baharı… Dolayısıyla Ramazân-ı Şerîf’te ibadetlere
ve güzel ahlâka, bilhassa da nezâket ve zarâfete, şefkat ve merhamete,
cömertlik ve fedakârlığa çok daha büyük bir titizlikle ehemmiyet vermek
gerekiyor ki, bu mübârek vakitlerin feyz ve rûhâniyetinden lâyıkıyla istifâde
edilebilsin.
Mısır’da şiddetli
kıtlığın hüküm sürdüğü günlerde Hazret-i Yusuf -aleyhisselâm-’a:
“Siz, devletin hazinelerine hükmeden bir
idarecisiniz. Niçin kendinizi aç bırakıyorsunuz?” diye soruyorlar.
O Aziz Peygamber şu
cevâbı veriyor:
“Karnım tok olursa
açların hâlini anlayamam diye korkuyorum!..”
Rabbimiz, Ramazân-ı
Şerîfʼten lâyıkıyla istifâde edebilen kullarından olabilmeyi, cümlemize lûtf u
keremiyle ihsan buyursun.
Âmîn!..
…………………………………………………………….
(*) Osman Nuri Topbaş,
Genç Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Mart Sayı: 210