Allah'ın yardımı
İnsan genellikle
en dara düştüğü ve çaresiz kaldığı zamanlarda kendisinden daha güçlü ve yüce
bir varlık olduğunu hatırlıyor. Rahat ve geniş zamanlarında ise bir kudret
aramak yerine kendisini kendine yetebilecek bir güç olarak görüyor. Bu durum
için kimseye kızmaya hakkımız yok. Çünkü hepimiz aynı şeyleri değişik
zamanlarda maalesef yapıyoruz. Ancak başkasında gördüğümüz kusuru kendimizde
aramaktan imtina ettiğimiz için çevremizi hep kusurlu görüyoruz.
İnsanın kudreti
de kuvveti de iradesi gibi sınırlıdır. Bir ölçü ile hudutları belirlenmiştir.
Ötesine geçmeye hiçbir insanın gücü yetmez. Ancak çoğu zaman yine bizde olan
bir hasletten dolayı sınırları zorlamayı seviyoruz. Lakin ‘daha fazlasını’ istemek insanın acziyetine açılan bir kapıdan başka
bir şey değildir. Ki Yüce Allah, insana taşıyabileceği yükten fazlasını
yüklemez iken insan hep ‘daha fazlasını’ isteyerek imtihanını çetin hale
getirir.
Hayatta bulunma
gayelerimizden birisi kesinlikle imtihana tabi oluşumuzdur. Her halimizle
imtihana tabiyiz ve önemli olan imtihanı geçecek eylemler içerisinde
olabilmektir. Bir şekilde yaşayıp geçtiğimiz dünya denen handa bir takım
sıkıntı ve sorunlarla karşılaşmamız da bu imtihanın gerekliliklerindendir ve
gerçeğidir.
Rutin hayatımızda
yaşayıp giderken en olmadık zamanlarda alışılagelmiş durumların aksine bir
mesele ile karşılaştığımızda bize tahsis edilen irade ile hareket ederek mevcut
duruma karşı gösterdiğimiz tavır duruşumuzun göstergesidir. İnsan, zaten normal
zamanlardan ziyade sıkıntılı ve sorunlu süreçlerde hakiki kimliğini ortaya
koyar.
İnsan bazı
durumlarda ise karşılaştığı sorunların üstesinden gelmekte zorlanır. Bu da
kulluğun gerekliliğindendir. Çaresizlik bir problem değil bilakis problemin
çözümünde doğru adresi bulmak için bir vesiledir. İnsan çaresizliğe düştüğü
zamanlarda kendisinden daha üstün ve yüce olan bir gücün gölgesine sığınmak
ister. İşte tam da bu noktada neyi, ne için, nasıl ve kimden istememiz
gerektiği soruları ortaya çıkıyor.
İnsan, maddî ve
manevî ihtiyaçlarının karşılanması için istekte bulunur. İhtiyaçlarımızın istek
çerçevesini ise dünyalık ve ahiretlik olarak değerlendirebiliriz. Dünyada
rızkımıza kefil olan Yüce Allah’tan başkasından beklenen istekler menfaat
olarak görülür. Bu menfaatin peşine düşenler ise günden güne ahiretlerini
yitirirler. İnsanın başkalarından beklenti içerisinde olması da onun henüz tam
olmadığının neticesidir.
Günümüzde
maalesef kişilerden beklediğimiz menfaatler dünyalık isteklerimizdir. Herhangi
bir kimseden sağlık, huzur veya mutluluk istemeyiz, bilakis genellikle maddî
beklentiler içerisinde oluruz. Bunun için de mevki, makam sahibi, eli kolu
uzun, çevresi geniş, maddî durumu pekâlâ olan insanlarla ilişkilerimizi iyi
tutmaya çalışırız. Bize ne yaparlarsa yapsınlar, onlarla kötü olmamaya gayret
gösteririz. Bu da kişilik sorunları yaşamamıza neden olur. Lakin bu durumda
olan kişilere dahi rızkımızı verenin kim olduğunu sorsanız, gayrı ihtiyari de
olsa “Allah!” diyecekler. Söylemler
ile eylemlerin çeliştiği noktada ise durumumuzu izahta zorluk yaşıyoruz. Bugün
normal görülen anormallikler dünyasında savrulup gidiyoruz.
Günde beş vakit
kıldığımız namazın her rekâtında okuduğumuz Fatiha Suresi’nde “Rabbimiz!
Sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz.” diyoruz.
Günde kırk defa söylediğimiz bu söz, bize yardımın sadece Allah’tan istenmesi
gerektiğinin en açık delilidir. İnsan, Allah’tan dua yoluyla yardım ister. Dua
ise genellikle bir ibadetin arkasından yapılır. Namaz kıldığımız, Oruç
tuttuğumuz, Zekât verdiğimiz ve dahi Hacca gittiğimiz zaman her ibadetimizin
arkasından dua ile Allah’tan yardım isteriz. Çünkü istek, gayrete tabidir.
Tevekkül için bile insan elinden geleni yaptıktan sonra işin sonucunu Allah’a
havale eder. Yüce Allah, Bakara Suresi’nin 153. ayetinde de böyle buyuruyor: “Ey
iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak
sabredenlerle beraberdir.”
İnsan,
insanlardan menfaat beklemeyi bıraktığı zaman muhtaç olunan yegâne kudretin
Allah olduğunu anlayacak. Vesselam.