Allah'ın Kelamını beğenmeyen cahillere…
Büyükler küçükler gibi konuşmaz iseler; küçükler büyükleri asla anlamazlar… Tenezzül-ü İlâhî olmasaydı; bizler Kelam’ın muradını anlayabilir miydik? Muhatap insan olduğu için; Allah Kelam’ını bizim seviyemize indirmiştir. Bu tenezzül, bize Kelam’ını anlama kapılarını açmıştır... Bir sultan makamında ayrı, çocuklarıyla ayrı, eşiyle de ayrı ve de her duruma göre ayrı konuşur... Kelam ortamın vüs'atine göre olur. Dar kalıplara büyük hakikatler sığıştırılamaz… Sonsuz ilim ve kudret sahibi Allah’ın muhteşem Kelam’ı bizim daracık anlayışımıza göre ayarlanmasaydı; idrakimize sığışamazdı. Şeytani konuşmalara çokça kulak verenler, elbette Allah’ın kelamında hâşâ kusur arayacaktır…
Her bir
zerreye, yıldıza ve tüm mahlûkata Allahın lisanı farklıdır... Her mevcut O ulvi
lisandan hissesini alır; aldığına şahit; her şeydeki intizamdır, vazifelerini
bitamâmihâ yerine getirmeleridir. Kudreti sonsuz Allah’ın kelamı da her mevcuda
göre farklı farklı olacaktır.
Kibarlığın
sökmediği yerlerde, beyefendice konuşmak etkili olamaz... Oranın jargonuna göre
konuşmak ciddiye alınmasını sağlar... Allah’ın konuşması ilahça olduğu için;
Kur’an da kelamını bizim ayarımıza indirerek, algılamamıza göre konuşarak
merhamet etmiştir. Biz nasıl
hiddetleniriz, tehdit ederiz ya da sevdiklerimize nasıl vaatlerde bulunuruz,
işte bizi bildiği için anlayacağımız dilden konuşmuştur. Bu durum, her şeyi
kuşatan rahmetine asla gölge düşüremez. İnsan isyanıyla; ibadeti terk etmesiyle
vazifedar kâinatın hukukuna tecavüz ettiği için; elbette Kur’an’da ki tehditte
büyük olacaktır. Müjdeleri nasıl ki
hoşumuza gidiyor ve ne için bize böyle büyük vaatlerde bulunuyorsun demiyoruz,
aynı şekilde tehdidini de ciddiye almak Müslüman’ca tavır olacaktır.
Tüm
kelamların ve dillerin Sahib’i, belki de Hz. Cebrail ile konuşurken, kelamını
Cebrail seviyesine indiriyordur. Yâda
gerçek kelamı ile konuşması için; Hz. Muhammed (sav)’in tüm dinlemeler üzerinde
bir dinleme ve anlayış sahibi olmak ve miraç gibi özel protokol gerekir...
Böyle bir özellikte ancak Hz. Peygamberimize (sav) hastır. Az biraz sabır;
inşallah imanla berzah âlemini geçersek, ötelerde verilecek cennet libası –
bedeniyle ve takılacak kusursuz kulakla, şuurla O ezel ve ebet Sultanının
gerçek kelamını işitmiş olacağız. Şimdi
Kur’an’da ki kelamı hafife almak, Allah böyle tehdit etmez demek; emredileni
yapmaktan kaçmanın bir bahanesidir. Hele sizin damarınıza bir bassınlar;
profesörlüğünüzü, hocalığınızı bir kenara bırakıp, kim bilir ne tehditler ve ne
çirkin diller savuracaksınız… Mealcilikten yola çıktınız. Geldiğiniz nokta;
Allah’ın kelamında kusur bulmak ve Allah böyle bir dil kullanmaz diyerek,
peşinizdeki yürüyen cenazeleri tuzağa düşürmek oldu...
Kaç
hikmet perdesinden süzülerek bize gelmiş Allah kelamını, bazı dangalak
ilahiyatçılar zannediyorlar ki aslı budur. Oysa cennette yaşamak için, oraya
göre bir beden ve dil, göz, anlayış vs. gereklidir. Allah’ın Gerçek kelamı ile
müşerref olmak içinde tam donanımlı şuur ve kusursuz kulak gerekir. Kur’an
ayetlerini kusurlu görüp, kendi anlayışlarının tonuna ve ses rengine indirmek
isteyen zındık herifler, şeytanın fısıldamalarından hiç kusur görmezler ve sen
bizi Rabbimizden uzaklaştırıyorsun demezler, tamı tamına yerine getirmiş
olurlar… Allah eğer kelamını bizim seviyemize indirmeseydi; bırak Hz. Musa gibi
takatimizin kalmamasını kalbimiz kulaklarımızdan çıkar ve iman edip uygulamamız
gereken şeyleri anlamamış, yerine getirmemiş topyekûn kütük olarak cehennem
rezervasyonumuzla buluşmuş olurduk.
Havada
envai çeşit frekanslarda sesler var… Ancak bizim için ayarlanmış olanları
işitebiliyoruz... Hayvanlar gibi her şeyi işitemiyoruz ve hissetmiyoruz. Bizim
kulağımıza uygun olmayanlar, ses olarak değil, kulak zarımıza kurşun olarak
girerdi. İşte sesleri bizim için ayarlayan, sadece duymamız gerekenleri
işittiren Allah, elbette Kur’an ayetlerini bizim anlayışımıza göre
ayarlayacaktır; Kelamı bize özel hale gelecektir...
İnsanlık adına konuşmak ancak
Peygamberlerin hakkıdır sapık fikirli felsefecilerin hakkı değildir. Allah, peygamberleri ve
özellikle Hâtemü'l-Enbiyâ Hz. Muhammed (sav)’i hakikat diliyle konuşturmuş.
İnsanların da düşünmesi ve konuşması elbette Hâtemü'l kelam olan Hz. Peygamberi
örnek alarak olmalıdır. Hz.
Peygamberimizi örnek alanların mümtaz şahsiyet olduğunu gören küffarın, kendi
yerine konuşturduğu felsefeciler, İslam’dan almak istedikleri intikamı ne
acıdır ki bazı ilahiyatçılar eliyle alıyor… Ve bizim düşmüş bazı
ilahiyatçılarımız, ruhumuzdaki biricik hakikat olan imanın başını gözünü
yarmaya çalışıyorlar… Bizler şükürler olsun; Allah’ın kelamına inanmış ve iman
etmişiz…
“Felsefe
bilgeliktir” sözünün doğru olması için; Allah’ı tanımaları ve iman etmeleri
lazımdır. Yetmez, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu ve Hz. Muhammed’in son elçisi
olduğunu da terettüpsüz kabul etmeleri gerektir.
Aklı –
dili ve her şeyi kiralık verilen insanın, dilin ve konuşmanın Sahibinin
kelamını yani Kur’an ayetlerini tenkit etmesi; emanet aldığı dilini küfre
kiraladığını gösterir. Emanet dil,
emanet edilir ise; elbette yüce yaratıcının kelamına ilişecektir. İşte
dinsiz felsefede bu cüreti en alçak şekilde göstermektedir. Karışık ve insanı
çıkmazlara sokan istikametini dolaştıran felsefeden ve küffardan başka kimse
Allah’ın kelamını tenkit edemez…
Bizim bazı sakat
ilahiyatçılarımız, o nursuz ve imansız felsefenin memesini bolca emdiği için;
önce sünnetten uzaklaştırmak için mealciliği şiddetle önerdiler ve kendilerine
yaklaşanları asıl tuzak içine çektiler; Allah’ın kelamını tenkit edip, hâşâ
kusurlu buldular…
Ağacı
meyve meyve, zemini çiçek çiçek, bulutu damla damla konuşturan Allah’ın
kelamını beğenmeyen cahiller, Allah’ın verdiği dille, Allah’a dil uzatıyorlar...
O dilleriniz kurusun inşallah… Be hey
cahil: Allah, hâşâ üslubu senden mi öğrenecek?
Şuurlu
mütefekkirlerin dediği gibi insanı insan eden felsefe değil; nuru imandır.