'Allah'ım ya Rabbim, aklıma mukayyet ol!'
Bir garip hâl var üstümüzde.
Neyi, niçin yaptığımızı bilmez haldeyiz.
Yaşıyor “gibi”yiz.
Bütün kavramların içi boşalmış gibi
At izi it izine karışmış..
İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt etmek iyice güçleşmiş gibi…
Çalışan çalışır gibi yapıyor, oturan oturur gibi, yürüyen yürür gibi…
Tartışma programlarına “abone” zatlara bakıyorum, bir “dâvâ”nın “çile izleri” yok suratlarında.
“Ne yapılması emredilmişse” onu yapıyorlar gibi.
Tutarlılık hiç mühim değil, bugün “beyaz” dediğine, yarın “siyah” diyebilirsin.
-Manevra imkânı her
vakit vardır, öylesi icap ettiğinde dönebilirsin!..
Uzun yıllardır görüştüğümüz okuyucularımız, tarif edemedikleri hisler içinde olduklarını söylüyorlar.
Belirsizlik hayatın bir gerçeği ama biraz da “tahmin edilebilirliğin” olması gerekmez mi?
Neyin ne olacağını tahmin edebilmek hiç bu kadar zor olmamıştı.
Geçtiğimiz günlerde, bir tıp profesörü bile aradı, “Bu virüs mutasyonu işlerini nereye gideceğine, İngiltere’nin nasıl bir oyun içinde olduğuna dair tahmin ve değerlendirmelerimizi” almak için!..
“Hocam, siz anlamadıysanız ben nasıl anlayayım?” dedim.
“Yok kardeşim, bizim de bir şey bildiğimiz yok aslında! Yaptığımız dışarının dediğini tekrarlamak!” diye iç dökmez mi…
Ekranlarda boy gösteren anlı şanlı profesörler, dönüp dolaşıp “aslında pek bir şey bilmediklerini” söylemiş olmuyorlar mı aslında?
Dünya Sağlık Örgütü, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi ne diyorsa o.
“On beş gün evvel söylediğinizle şimdi söylediğiniz farklı” dediğinizde, “Eee, bu dinamik bir süreç” gibi “boş” karşılıklar alıyorsunuz.
“Değişmeyen tek şey değişim”miş!
Buddha’dan alıntı lâf.
Vatandaş nazarında ise, hiçbir şeye yaramayan, “boş” lâf!..
*
Aha, kelimeyi yakaladım: “Boş”.
“Boşluk”.
İçinde bulunduğumuz hissi tarif için en uygun kelimeyi arıyordum; “boşluk” düştü önüme.
“Olumlu veya olumsuz
bir şey hissetmemek!”.
“Donup kalmak!”
“Hissizleşmek!”
“Kişinin kendine ve bulunduğu ortama yabancılaşması” hâli.
“Boşlukta yaşayan” insan, dünyayı bir ekranın arkasından izliyormuş hissine kapılır.
İşine odaklanmakta zorlanır.
Neyi, niçin yaptığını bilemez, “yapar gibi yapar” sadece.
Her şeyi, yakınlarda dönüp dolaşan “ölüm”ü bile şöyle bir “yazık oldu” ile karşılar.
Taciz, tecavüz gibi, insanın kanını beynine sıçratması gereken rezillikleri “sıradan” olaylarmış gibi algılar…
Ana Muhalefet yandaşlarının “Eeee, tecavüze uğrayan da yolluymuş demek ki!” yollu lâflarına tepki göstermez.
“Tecavüze uğrayanlar daha fazla mağdur olmasın diye tecavüzcülerin üzerine gitmiyoruz!” zırvalarını izler, boş gözlerle.
Ekranlardaki bitmez tükenmez “DNA testlerini” “eğlencelik” olarak izler, verilmek istenen “o berbat mesajı” fark etmeksizin.
“Yerli” dizileri izler, “Eşlerini aldatan iyi insanlar!”ı izler, öylesine, boş gözlerle…
Tepkisiz, eleştirisiz…
Vatandaş ne yapsın;
Öfkeden kabarmış suratlarla birbirlerine tehditler, hakaretler savuranları, bir “kayıkçı kavgasını” izliyormuş gibi izler…
Bir “boşluk hissi”.
Dükkânını ne vakte kadar açık tutabileceğine, işinde hangi vakte kadar çalışabileceğine, çarkı nasıl döndürebileceğine dair bir tahmini yoktur.
Gittiği üniversitenin günün sonunda neye yarayacağı, kendisine ne gibi ufuklar açacağı konusunda bir fikri yoktur.
Gider gelir.
Uzaktan sınavlara girer durur.
Hayat “ekran”a kısılmıştır, hayat eve kapanmış, sıkışmıştır.
Dükkân hayata kapanmıştır.
Masraflar da, arttıkça artmıştır.
İnancına saldırılar vardır, Kur’an-ı Kerim’ine saldırılar vardır, saldıranlar saldırmaya devam etmektedir.
Mukaddesâta saldıranlar zerre ceza almamaktadır.
“Sıkıntılara” dikkat çekenler ise, linç edilmektedir. Tuhaf işler böyle devam edip giderken... Hepsini örten bir tuhaflık sâdır olur birinden...
Memleketin Ana Muhalefet’in başındaki zat çıkar piyasaya birden; “uyuşturucu kaçakçılarının, organ tacirlerinin” vergilendirilmesini ister…
“Nasıl yani, vergi
dairelerine beyanda mı bulunacak uyuşturucu kaçakçıları, organ tacirleri!..”
Matrah, kdv filan…
Sokaktaki vatandaş “Bu nasıl bir Ana Muhalefet’tir” derken…
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, şaşkınlığını en üst perdeden dile getirir:
“Allah’ım, ya Rabbim, aklıma mukayyet ol!”
*
At izi, it izi birbirine karışmıştır. Doğru ile yanlış birbirine karışmıştır.
Sokaktaki vatandaş…
Tıpkı Sayın Bakan gibi…
“Aklıma mukayyet ol, Ya Rabbim.” demektedir.