Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.58
Gram Altın
2973.04
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Allah’a neyi sor(may)alım?

Daha çok korku, endişeye dayalı ve sıkı düzenlemeci bir dini anlayışımız var. Bunun sadece bizim toplumuza mı has olduğu, yoksa sağlıklı dini anlayışlar bozulduğu zaman patolojik durumun getirileri mi olduğunu ayrıca tartışabiliriz. Ama bu konuda hiç rahat değiliz.

Korku ve endişeye dayalı olmaktan ne kastediyorum? Söz gelimi, toplumumuzda bir ateizm ya da deizm derneği kurulduğunda hemen endişeye kapılma emareleri başlıyor. Yarından itibaren sanki tüm toplum hemen ateist olacakmış gibi davranmaya başlanıyor. Birisinin dini anlayışa yönelik eleştirisi, hemen dini bozacakmış gibi algılanıyor. Tabii bunun arkasında kafa konforunun bozulması, alışkanlıkların değiştirilmesi teklifleri olduğundan, kişinin henüz bu değişime cesareti yok ve durmadan elindekini kaptırmamaya uğraşıyor.

Bir de Allah’ın insan için her attığı adımda sıkı düzenlemeler yaptığını zannediyor. Bu “sıkı düzenlemecilik” fikri bir müddet sonra, tüm tikellikleri de Kutsal kitapta arama ve oradan bir kaynak bulma gibi Kur’ani söylemleri de bağlamlarından koparıcı bir tavra dönüşüyor. Bir yandan insana müthiş bir güvensizlik besliyor ve öte taraftan insanı tarihin içinde hiç adım atamaz hale getiriyor.

İnsan dünyaya geldiği andan itibaren bir tarihin içinde yaşamaya başlıyor. Bu, aynı zamanda bu tarihi de yapanın insan olduğunu bize söylüyor. Bu açıdan tarih bir insani eylem alanıdır ve tarih sosyalizm düşüncesinde olduğu gibi kendi içinde erekliliğe sahip değil. Tam da burada iki önemli sonuç ortaya çıkıyor. Birincisi, İslam’ın tarih anlayışı ve tarih felsefesi devri dalgalı bir modeldir; insanın tarihteki iniş çıkışlarını bize hulasa eder. İkincisi de buna bağlı olarak tarih bir kutsallıklar alanı değildir. Bu sebeple tarihe çıkmış tüm insan eylemleri, insani bir eylem olarak eleştirilebilir. Zaten korku ve endişeden beslenen dini anlayışlar, tarihe de dokundurtmuyor ve tarihi kutsuyor. Allah’ı ise tarihte sürekli eylem yapan bir varlık olarak görüyor; böylece onu kendisinin yerine ikame etme gibi bir hataya düşüyor. Bunun anlamı Tanrı’nın insansılaştırılmasıdır. Bu hatayı Hıristiyanlık yaptı ve yüzyıllardır İsa’nın Tanrı mı yoksa insan mı olduğunu tartıştı. Bu meseleleri ayrı ayrı başka yazılarda ele alalım.

İnsan dünyaya indiği andan itibaren, oranın koşullarında yaşamaya başladı. Birçok farklı teorilerde toplayıcı, avcı vb. toplumsal dönemlerden geçti. Bu dönemlerin kendi koşulları içerisinde temel ihtiyaçları olan barınak, yiyecek, giyecek vb.ni sağlamaya çalıştı. Allah’ın bu dönemlerde tarihe ve insana müdahalesi, sadece değersel bazda Kendisi, insan ve çevreyle nasıl ilişki kuracağı üzerine idi. İlk peygamberlere bildirilenlerin sahife düzeyinde olması da bunu gösterir. Yoksa nasıl bir konutta oturacağı neyi giyeceğini söylemek değil. Ancak giymedeki usulü söyler. Yememesi gereken varsa onu söyler. Aslında 10 Emir Allah’ın insanlara neyi hangi içeriklerle bildirdiğinin kısa bir hülasası kabul edilebilir. Allah, insanların gündelik yaşamlarında bilimsel yolla elde ettiği verilere, örfte olana, yanlış olmadığı sürece sorun halletme biçimlerine müdahale etmez. Bunları sürdürür. Allah’ın bu tavrı Kur’an’da da devam etmiştir. Yani bir toplumu baştan aşağı değiştirerek yeniden düzenlememiştir.

Bugün geldiğimiz noktada, evi nasıl yapacağını bile Kur’an’a sormaya kalkışan bir tavır vardır. Bu tavır ise, Müslümanların düşünmesinin, üretmesinin önünde ciddi bir engele dönüşebilmektedir. Her türlü üretimimizin önündeki en önemli düşünsel engel de budur.