Allah ve çocuk
Gazeteci yazar Hüseyin Gökçe, anlaşılan o ki yeni bir kitap hazırlığında.. Kitabının adı da Yaşanmış Pazar Hikâyeleri olacak gibi… Hüseyin abimiz, geçtiğimiz günlerde, çıkması muhtemel bu kitabında yayınlanacak hikâyelerden birini paylaştı bizlerle…
Ben de size aktarmak istedim…
***
Bir apartman girişindeki küçük bakkal da, sahibi Hasan Amca da mahallenin sembolüydü. Herkes tanır ve severdi Hasan Amca’yı. Küçücüktü ama ne ararsan bulunurdu bakkalda. Olmayanı kaşla göz arasında komşu bakkallardan bulur getirirdi amcamız.
Bakkalda çok şey bulunurdu ama bir mal asla!
Sigara!.. Üstelik, sigara içerdi Hasan Amca. “Cahillik işte, alışmışız bir kere ama düşmanıma bile tavsiye etmem bu mereti. O yüzden satmıyorum” derdi.
Bütün sokak, Hasan Amca’nın müşterisi, aynı zamanda dostuydu.
Küçük Emir bile…
Küçük Emir de kimdi?
Hasan Amca’nın bakkalının tam karşısındaki yeni apartmanda oturan bir ailenin beş yaşındaki oğluydu Emir. Anaokuluna gidiyordu. Annesi Gül Hanım belediyede, babası tekstil firmasında yöneticiydi.
Anaokulunun servisini beklerken, minibüse inip binerken selamlaşırdı Hasan Amca ile küçük Emir. İlk selamı veren Hasan Amca olurdu hep.
“Arkadaş” diye hitap ederdi ona.
Her sabah, sanki bilinmiyormuş gibi ilan ederdi Emir “Kreşe gidiyorum, kreşe!” diye bağırarak.
Hasan Amca, müdahale ederdi her seferinde, “Kreş değil, kreş değil! Anaokulu diyeceksin… Ben Almanya’da iken evimizin yanında kilise vardı, kreş diye kilisenin içindeki anaokuluna deniyordu. Sen kiliseye mi gidiyorsun ki kreş deyip duruyorsun arkadaş!”
Küçük Emir, bu açıklamadan bir şey anlamıyordu besbelli… Kilise de neydi ki? Yine de kreş yerine anaokulu demesi gerektiğini biliyordu artık.
Bir gün… Anaokulunun servisinden yeni inmişti Emir. Annesi de tam bu saatte bakkalın önünde olurdu hep. Ama o gün gecikmişti nedense… “Hasan amcanın yanında azıcık beklerim” diye düşündü.
“Ben geldim Hasan Amca.”
“Hoş geldin arkadaş.”
“Annem gelmedi mi?”
“Gelmedi. Ama gelir hemen, bekle biraz şurada… Ben camiye, namaza gidiyorum, ikindi okunuyor.”
“Bugün gitme camiye, ne olursun… Bırakma beni.”
“Olmaz, gideceğim arkadaş…”
Camiye giderken her zaman yaptığı gibi kapıyı kilitlemeden girişe tabureyi bırakmıştı bile Hasan Amca.
“Allah’a, bugün hastaydım, dersin Hasan Amca… Gitme…”
“Olur mu öyle şey Emir! Öyle denir mi Allah’a!”
“Denmez mi?”
“Bir şey diyeceğim, Hasan Amca… Sen niye namaz kılıyorsun? Senin namazın lâzım mı Allah’a?”
“Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yok ki, namaza ihtiyacı olsun.”
“Niye namaz kılıyorsun öyleyse?”
“Benim ihtiyacım var…”
“Nasıl yani?”
“Şöyle Emirciğim… Anlatayım: Hani, sen anaokulunda öğretmenine saygı gösteriyorsun ya… Mesela, o sınıfa gerince hemen susuyorsun filân ya…”
“Evet… Selma öğretmenime gösteriyorum.”
“Öğretmenin ihtiyacı mı var senin saygına? Elbette hayır.”
“Doğru dedin galiba. Öretmenin ihtiyacı olmaz benim saygı şeyime.”
“Peki niye ona saygı gösteriyorsun Emir?”
Emir’in kafası karışmıştı…
Sorusunun cevabını yine Hasan Amca verdi:
“Çünkü bizim saygımızı göstermeye ihtiyacımız var, Yoksa sevimsiz, yaramaz çocuk sayılırız.”
Küçük Emir anlamıştı galiba Hasan Amca’nın anlatmak istediğini. Yüzü, çocuksu aydınlıktan daha fazlasıyla ışıklandı, gözleri gül bahçesi gibi oldu. Burnuna neşe kelebeği kondu.
Ertesi günü, daha bir sevimli baktı Hasan Amca’nın yüzüne ve kulağına eğilir gibi yapıp şöyle dedi:
“Hasan Amca, sana bişi diyeyim mi? Benim kalbim, Allah’ı seviyor.”
Sonra devam etti:
“Ben de Allah’ı seviyorum… Kalbim de seviyor… Anladım bunu… Seni de seviyorum Hasan Amca… Anneme de dedim, Allah’ı seviyorum, diye…”
Hasan Amca önce sevgi dolu gözlerle baktı Emir’e. Sonra saçlarını okşadı. Eli küçük dükkânının raflarına gitti, önce bir gofret aldı. Sonra bir tane daha…
“Bu senin, bu da annenin, arkadaş” dedi. Ve ekledi:
“Allah da seni seviyor be çocuk… Seni, beni, anneni, hepimizi seviyor Allah… Hem de çok! Allah bizi sevmese, küçücük kalplere bile hatırlatır mıydı kendini?”
(23.05.2020 / Hüseyin GÖKÇE)