Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.70
Gram Altın
2960.99
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Nisan 2020

''Allah, Sabredenlerle Beraberdir!..''-4

Sabır konusunu bu hafta noktalıyoruz. Dakkak hazretleri şöyle diyor: “Sabredenler, iki dünyanın izzetine ermiş kişilerdir. Zira onlar, Allah’ın beraberliğine kavuşmuşlardır. Çünkü; “Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 153) Allah’ın beraber olduğu kimse, elbette ki, iki cihanın şerefine ermiştir.”

Sabrın hükmü, sabredilen yani katlanılan sıkıntının mahiyetine göre değişir. Meselâ: Haramlardan uzak durmada ve dinî görevlerin îfâsında tahammül göstermek, şeklindeki sabır farzdır. Dinen mekruh olan işlerden sakınmak, şeklindeki sabır menduptur. Can, mal ve namusun saldırıya uğraması durumundaki sabır haramdır. Bedene zarar verecek derecedeki acılara katlanmak, şeklindeki sabır mekruhtur. Dinen yapılmasında bir sakınca olmayan konularda gösterilen sabır ise, mubahtır. (İhyau ulumi’d-din)

İbni Hazm, üç farklı sabırdan söz eder, şöyle ki: Güçlü kişilerden gelen sıkıntıya sabretmek fazilet değil zavallılıktır. Zayıf kimselerden gelen sıkıntıya sabretmek fazilettir. Eşit düzeydeki kimselerden gelen sıkıntıya sabretmek şöyledir; eğer kötülük yapan kişi bunu bilmeden yapmışsa ona sabretmek bir olgunluktur, eğer bilerek eziyet etmişse, buna katlanmak bayağılıktır. (El-Ahlak ves-Siyer)

Ragıb-ı İsfahanî diyor ki: Sabır; biri cismanî, diğeri ruhanî olmak üzere iki çeşittir. Cismanî sabır, bedenin mâruz kaldığı zahmetli işlere ve acılara katlanmaktır ki bu tam olarak fazilet değildir. Asıl fazilet, ruhanî sabır olup iki şekilde tezahür eder: İffet adı verilen birinci kısmı; insana zevk veren şeylerden yararlanmada aşırılıktan sakınmaktır. İkincisi ise, istenmeyen durumların başa gelmesi veya hoşa giden nimetlerden mahrum kalınması halinde şikâyet etmemektir. (Ez-Zerîa)

Sabırla ilgisi bulunan diğer bir kavram da “rızâ”dır. İmam-ı Gazalî Hazretleri buyurdu ki: Meşakkatlere tahammülün farklı dereceleri vardır. Katlanmanın zor olduğu başlangıç derecesine tesabbur, katlanmanın kolaylaştığı orta derecesine sabır, nefsânî arzuların tam olarak baskı altına alındığı en yüksek derecesine “rızâ” denir. Sabrın, fazilet bakımından en alt derecesi, kişinin içinde bulunduğu güç durumdan memnun olmasa da şikâyet etmemesi, bundan daha faziletlisi, içinde bulunduğu duruma razı olması, ondan da faziletlisi belaya şükretmesidir. (İhyau ulumi’d-din)

Rıza, kaza ve kaderi yani Rabbimizden gelen herşeyi; hoşnutluk ve memnuniyetle karşılamak olup bir kulluk vazifesidir. Zaten ibadetler de, sadece Rabbimizin yüce rızasını kazanmak için yapılır. Bunun için riya ve gösteriş karışan ibadetler geçersizdir. Gerçek rızaya kavuşmak büyük bir saadettir. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki: “Allah, onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır. İşte bu, Rabbinden korkanlara mahsustur.” (Beyyine 8), “Allah, inanan erkek ve kadınlara altından ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde çok güzel meskenler vadetti, Allah’ın rızası ise hepsinden büyük saadettir.” (Tevbe 72)

Her halükârda Allahü Teâlânın emir ve yasaklarındaki nimet, hikmet ve mükâfâtları düşünmek, sabretmeyi kolaylaştırır. Bazen tabiî bir felâketle karşılaşır ve katlanmaktan başka çaremiz olmaz. Her çaresizliğin yegene çaresi, yüce Rabbimizdir. Böyle bir durumda şikâyetler, feryad û figanlar ve sızlanmalar yükümüzü hafifletmez ve derdimize çare olmaz. Bunun içindir ki, başımıza gelen; karşı konulamaz hâdiselere sabredip Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, her şeyin O’ndan geldiğini bilmek ve bunun bizim için bir imtihan olduğunu idrak edip mükâfâtını beklemek, en akıllıca iştir.

İnsanın bu imtihan dünyasında her arzu ettiğine nâil olması mümkün değildir. O zaman, erişemediğimiz şeyler için; “bunun olmaması, hakkımda daha hayırlıdır!” veya “olan şeyde hayır vardır,” demek, kulluğa en uygun olan ve bizi manevî derecelere kavuşturan bir haldir.

Evet dünya, kimin daha iyi olduğunun, kimin daha güzel iş yaptığının anlaşılacağı bir sınanma yeridir. Ayrıca bilinmelidir ki; insan bir gayeye doğru yürümektedir. Bu gaye ve hedef ise, İlâhî rızadır. İnsan, bu kutlu gayeye doğru yürürken çeşitli imtihanlardan geçecek; dışarıda dünyanın, içeride de kendi nefsinin çıkardığı zorluklarla, çeşitli hastalık, bela ve musibetlerle karşılaşacak ve sabrederek baş etmeye çalışacaktır. İşte insan, bu şekilde olgunlaşacak ve kemale erecektir.