Allah insana ne ile değer verir?
Hepimizin bildiği hakikat ki,
Allah’ın insanların etine, kemiğine, mal ve servetine, bindiği arabasına
oturduğu dairesine, villasına, yazlığına bakmadığıdır. Allah’ın (c.c.) değer
verdiği; iman, samimiyet ve salih amel… Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz;
“Sonraki nesiller arasında
benim doğrulukla anılmamı sağla. Beni nimet cennetine varis olaylardan eyle.
Babamı da bağışla; o, doğrusu şaşırmışlardandır. İnsanların diriltileceği gün,
Allah'a temiz bir kalple gelenden başkasına mal ve oğulların fayda vermeyeceği
gün, beni utandırma!" (Şuârâ, 26/84-89) buyurmaktadır.
Bu nedenledir ki; “İnsana
gelince, Rabbi kendisini imtihan edip ikramda bulunduğunda ve bol nimet
verdiğinde, "Rabbim bana cömert davrandı" der.” (Fecr, 89/15)
Yani Allah (c.c.) onu sınamak için kendisine bir kısım imkânlar, servetler,
nimetler verildiği zaman; “Allah beni seviyor, önemli bir kimse olduğum için
bana çok nimetler verildi” deyip te, “Fakat imtihan edip rızkını
daralttığında ise, "Rabbim beni önemsemedi" der.” (Fecr, 89/16) hitabındaki sözleri söyleme bahtsızlığına düşmemeli
insan. Zira Allah (c.c.) mal-mülk ile değer vermiyor insana.
Değerlendirme kıstaslarımızı
kaybettiğimiz veya şaşırdığımız zaman, hayat anlayışımız, hayata bakışımız,
kendi konumumuzun Allah katındaki durumunu değerlendirmek ve teslim etmek
anlayışı da değişiyor. Ölçülerimiz, Kur’an ve sünnetin önümüze koyduklarıyla
değil de, bir takım insanların bakışı, değerlendirmesi karşısında değişiyorsa
veya şekilleniyorsa, hayat ve olaylar karşısında şaşkınlığa düşüyor, hep yanlışların
peşinden koşup duruyor olabiliriz.
Zamanla yaşadığımız hayatı
din gibi anlamaya ve algılamaya başlıyor, dine uygun davranacağımız yerde dini
kendimize uydurur hale gelerek sorumsuzca ve şuursuzca bir hayat yaşamaya başlıyoruz.
Haliyle Allâh Teâla’nın rıza ve hoşnutluğundan da uzaklaşmış oluyoruz.
İşlerimiz ters gidiyor, psikolojimiz bozuluyor, ruhumuz huzur bulmuyor, hiçbir
şey artık bizi mutlu etmemeye başlıyor.
Her bir peygamber gibi Hz.
Muhammed (s.a.v) de Allah'ın emri gereği kendisine itaat olunması için
gönderilmiştir. Bu sebeple O'nun, Kur'ân'ı açıklayıcı nitelikli emirleri,
yasakları ve onaylarına göre yaşamakla mükellefiz. Rasulullah (s.a.v.)
Efendimizin sünnetini izlemek olarak tanımlayabileceğimiz bu yükümlülüğümüze
aykırı davranmak ümmet için kaos/kargaşa sebebi ve azab nedenidir. Kur'ân'da şöyle
buyurulur:
“…Hz. Peygamber’in emrine
aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli
bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nûr, 24/63)
Şübhesiz Allah bizim için sınırlar
koydu, onlan aşmamak gerekir. Görevler yükledi, onları yapmamız icab eder. Yasaklar
koydu, onlan da çiğnememek lazmdır. Unuttuğu için değil ama bize rahmet olması için
pek çok alanı da özgürlüğümüze açtı, onlan da sınırlamamamız gerekir.
“(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur'an'ı indirdik.” (Nahl, 16/44) ve sözümüzü Mü’minler için bağlayıcılığını göz ardı edemeyeceğimiz şu Kur’an düsturuyla bitirelim:
“Allah ve Resulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzâb, 33/36)