Dolar (USD)
35.16
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2958.42
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Nisan 2020

Allah bize yeter, ne güzel vekildir o!

Hayallerimizi yapmaktan vazgeçiren, yeni atılımlar yaptırmayan, hareketli olmaktan geri tutan korkularımızın bizi esir alması değil midir?

Başarılı insanların hayatları korkularının üzerine giderek olduğu her birimizin malumudur. Hata yapmaktan korkarsak doğruya ulaşamayız. Hele de ölümden korkarsak her şeyimizi yitiririz.

Sanırım korkuların en büyüğü de ölüm korkusudur. Ölümün soğukluğunu hissettiğimiz anda dünya bizim olsa da artık anlamını yitirmiştir.

İnsanın bir çok emelleri, hayalleri, yapmak istedikleri, sevindirmek istedikleri vardır. Bütün bunları ölmeden yapmalıdır.

“Hiçbir şeyini özel bir gün için saklama. Nefes alabildiğin ve yaşadığın her gün özeldir.” der Bernard Shaw.

Ölümle hayatın arasındaki mesafe bir nefes aralığı kadar değil midir?

Yaşamak bir nefesle ölümden bir adım daha önde değil midir?

Sabaha en yakın zaman karanlığın en koyu olduğu zaman değil midir?

Sabah güneşini görmek gece karanlığına katlanmakla mümkün değil midir?

Bebeğin gelişinin müjdesi şiddetli ağrıyı çekmekle değil midir?

Hasılı bu dünya oyun ve eğlenceden ibaret değil midir?

Bizim dünyaya geliş sebebimizi inananlar için alemlerin yegane yaratıcısı, Rahman olan Allah’a kulluk olarak açıklar.

Bir gün ölümün acısını tek tek tadacağımızı, yaptıklarımızla hatta yapmamız gerekirken yapmadıklarımızla hesaba çekileceğimizde vahyin konusudur.

Bizim dediğimiz her ne varsa varislerimize ait olduğu, giderken de hiçbir şey götüremeyeceğimiz de bildiklerimiz içindedir.

Dünyaya gelirken yalnız geldiğimiz gibi giderken de yalnız gideceğimiz, kabre sevdiklerimizi ve malımızı götüremeyeceğimiz de bilgilerimizin içindedir.

Cennete kabul görenlerin “selam” la karşılanması, günahkarların ise “ayrılın bugün bir tarafa ey mücrimler” denileceğini de okuduk vahyin sayfalarından.

Din gününün yani borçluların borcunu alacağını, kimsenin kimseye hiçbir şekilde yardım edemeyeceğini, müflislerden olmanın ne kötü olduğunu da biliyorduk.

Kendi kitabımızın içinde her şeyin en ince ayrıntısına kadar tek tek kayıt edildiğini, elimize verileceğini, hatta kendi hesabımızı kendimizin vereceğini de okuduk vahyin sayfalarından.

Ölüm zamanımızın geldiğinde sarp kayaların ardında olsak, sağlam kalelerin içinde de olsak ne bir saniye ileri ne de bir saniye geri gideceğini de biliyorduk.

O halde bu telaşımız nedir Ey dost?

Bizi Rabbimize karşı nedir aldatan?

Allah’ın sınırlarını tek tek okumamıza rağmen, sınırlarını ihmal edenlerin cezasız kalacağını mı sandık?

Bizden önceki kavimlerin helak oluş sebeplerini bilirken, aynı eylemler yapan günümüz insanın helak edilmeyeceğini mi sandık?

Nikah, evlilik, mehir, boşanma, miras vs. hükümlerinin dikkate alınmadığı, homoseksüellik, içki, kumar, zina, faiz, kumar bataklığının içinde boğulduğu, meşrulaştırıldığı hatta bu durumlara rağmen hâlâ devam edildiği ortamda Rabbimin cezayı bu dünyada da vermeyeceğini mi sandık?

Yoksa “ol” demesiyle her şeyin olabileceğini, yerle göğün birleşebileceğini, oyun yapanlara karşı O’ nun da bir oyununun olduğunu, mazlumun ahının aheste aheste alınacağını, zalimin bu dünyada cezalandırılacağını, zalimin yaptığının yanına kâr kalacağını mı sandık?

Unutmayalım! Rabbim mutlak güç sahibi, her şeyin ve her kesin üstünde olandır.

O dilemezse yaprak düşmez, yağmur yağmaz, güneş doğmaz, hayat durur. Akan sular büklüm büklüm dürülür. Küçücük bir kanarya bin bir başlı kartalı taşır.

Ey Dost! Sakın ola ki ümitsizliğe düşüp “geçmişte yaptığım hatalarım af olunmaz” deme. Bu devirde “faizsiz ekonomi olmaz” deyip Rabbini karşına alma. Boynunu Hak’tan başkasına eğip Rabbinden başkasına el açma. Dostunu unutup, düşmanını dost belleme. Eşini, yavrularını, anne babanı, akrabanı, vatanını, toprağını ihmal/ihlâl edip kimseye kul/köle olma.

Sadece de ki; “Allah bize yeter, ne güzel veli, ne güzel yardımcı ve ne güzel dosttur. Bizi bağışlamanı diliyoruz. Ey Rabbimiz! Dönüş yalnız sanadır.”