Âlimin vefatıyla…
Halk
arasında “Nohut oda bakla sofa” tabir
edilen evlerinde sağlıklı, huzurlu ve mutlu yaşayan kardeşlerimle tanışıp yol
arkadaşlığı yaptığım1979 senesinden bugüne irtibatımı hiç kesmedim. Çalışıyordum,
evlendim, askere gittim, çoluk çocuğa karıştık, görev değişiklilerimiz le
birlikte acı-tatlı günlerimizde her daim onlar vardı.
12
Eylül 1980 darbecilerinin milletine yaptığı eziyet ve işkencelerin devam ettiği
sıkıntılı kış gecelerinde Kur’an tilaveti, ilmihal bilgileri ve sahabe
hayatlarından misallerle gönüllerimiz genişlerdi. Hemen her gece Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali başta olmak üzere Seyyid Kutub’un Fizilal’il Kur’an, Hasan
el-Benna’nın Risaleler, Yusuf
Kandehlevî’nin Hayat’üs Sahabe, Yusuf
Kardavî’nin Helaller ve Haramlar,
Said Havva’nın Allah Erinin Ahlâk ve Kültürü ile Mevdudî’nin Dört Terim eserlerini okurduk.
Bu güzel
insanların bir kaçıyla tren ile seyahatimizde İstanbul Fatih Çarşamba semtindeki
İsmail Ağa Camii’ne giderek Mahmut
Efendi’nin sohbetine kulak kesilir, daha çok onunla yer sofrasında
yaptığımız sorulu cevaplı konuşmalardan aklımızda kalanları Ankara’daki dostlarımıza
aktarırdık.
Aktaş Köprübaşı Camii
İmam-Hatibi Hafız Ömer Köksal
hocamızla yıllar sonra buluştuktan sonra güzel günlerimiz devam ederken Mahmut Efendinin yaşadığı Çarşamba semtinde
manevî değişikliği hissederdik. Öyle ki sokaktakilerin kılık-kıyafetleri cazip
gelir, İsmail Ağa Camii ve
müştemilatında gördüklerimizle farklı atmosferle günü tamamlardık. O yılların
ünlü vaiz hocalarından Timurtaş Uçar ve Ahmet
Vanlıoğlu’nu dinler, çıkışta o günkü
sohbetin teyp kasetini hatıra olarak satın alırdık. İstanbul’da uğradığımız
mekânların başında Cağaloğlu’ndaki kitap yayıncıları ile sahaflar çarşısı
gelirdi. Gezilerimizde tarihî mekânları
ve türbelere de ziyaretlerimizi yaptıktan sonra Ankara’ya vasıl olurduk
Etlik
semtindeki Hicret adı verilen mescide ayda bir kere geldiğinde sohbetlerine
iştirak ettiğim Mahmut Efendi’nin
dergâhına (İsmail Ağa Camii)
hanımımla ve oğlumla yaptığımız ziyaretlerden birinde başının okşanarak edilen
duanın önemli olduğunu oğlum umarım hayatında görüyordur.
Erkekler
için sakal, sarık-cüppe, bayanlara ise tesettür kıyafeti olarak siyah çarşaf
tavsiye ederken memur olduğumuzu sakal bırakamayacağımızı söylediğimizde sessiz
kaldığında aslında sakallı olduğumuz şuurunu almıştık.
Aktaş
mahallesinde evlerinin kapılarını açan arkadaşlarla darbe sonrası Mamak Askeri
Cezaevinde hükümlü olan ve Necmettin
Erbakan ve dava arkadaşlarına destek gayesiyle mahkemelerine giderdik. Bazen
solcularla aynı güne denk gelen günler de olurdu. Bir defasında Uğur Mumcu, ”Hocamızı biz de çok severiz” deyip gönlümüzü almıştı. Yani solcusu,
sağcısı, milliyetçisi, komünisti, faşisti, dinlisi, dinsizi, İslamcısı, laiki
fark etmeden aynı zorlu şartlardan geçtiğimizi düşünerek empati kurduğumuzu
biliyorum.
İstanbul
ziyaretlerimize devam ederken mahallemize yeni taşınan ilahiyat fakültesi talebesinin
İbn-i Kesir tefsirinden sohbetlerini
dinlerken hayat tarzımız ve görüşlerimizdeki gelişmelerle bize
kazandırdıklarını farklı mekânlarda görme imkânı bulmuştuk. Onun Ankara İlahiyat
fakültesindeki profesörlük görevinden sonra Diyanet
İşleri Başkanlığı makamında uzun süre görev yapmasıyla da gururlandık
dersek yanlış anlaşılmaz değil mi?
Velhasıl kelam isminin önünde unvan denilen eklentileri bulunmadan ömrünü tamamlayan güzel bir insanın vefatıyla da geçtiğimiz günlerde üzüldük. İnanıyorum ki o, vazifesini bihakkın yerine getiren salih kullar zümresinde yerini almıştır. Ardında bıraktığı eserleri ve yetişmelerine vesile olduğu insanların dualarıyla ahiret yurdunda rahat olacağını düşünerek makamı âli olsun diyerek rahmet diliyorum.