Ali Emîrî doğduğu topraklarda...
Hünerverler yetişsin san'at îcât eylesin millet
Hamiyyetle çalışsın
mülkü âbâd eylesin millet
(Ali
Emîrî)
DOST ikliminde yeşeren bir gülmüş vefa... Vefa;
duyguda, düşüncede ve tasavvurda aynı yöne bakanların etrafında esen bir rûzigârmış.
Vefa; sevginin bağrında boy atar, hatırlanma ikliminde meyve verirmiş.
Salı günü Diyarbekir’de, Dicle Üniversitesi’nde vefa
iklimi hakimdi. Diyarbakırlı şair, yazar, edebiyat tarihçisi, kütüphaneci gibi
sıfatlarla anılan Ali Emîrî Efendi için bir dizi etkinlik yapıldı. Yapılan
faaliyetler açısından tarihi bir sürece de tanıklık edilmiş oldu. Öncelikle
Dicle Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nin adı Ali Emîrî Merkez Kütüphanesi
olarak değiştirildi. Bu anlamda Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet
Karakoç ve ekibine hepimiz bir teşekkür borçluyuz. Daha sonra Türkiye Yazma
Eser Kurumu Başkanlığı’na teşekkür ederiz. Ali Emîrî Dîvânı’nın basımından
panelin icrasına kadar sunduğu katkılarla büyük bir kadirşinaslık gösteren başta
Prof. Dr. Muhittin Macit hocamız olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür
ederiz.
Daha sonra Ali Emîrî Efendi’nin “Yar-ı canım,
habib-i nazeninim” dediği kitaplarının maddi ve manevi muhafızlığını yapan,
Emîrî Efendinin 12 bin cildden daha fazla eserinin yıllardır sorumluluğunu
üstlenen ve sadece bu göreviyle kalmayan aynı zamanda memleketimizin farklı
yerlerinde Ali Emîrî Efendi ve kütüphanesi ile ilgili çok kıymetli hizmetleri
bulunan Millet Yazma Eser Kütüphanesi Müdiresi Melek Gençboyacı Hanımefendi’ye sunduğu
katkılardan dolayı Diyarbekirli hemşehrilerim adına müteşekkirim.
Emîrî Efendi, henüz 17 yaşlarında iken Mir’atül
fevaid gibi muhteşem bir Diyarbekir Kültür Tarihi’ni ve daha pek çok kıymetli
eseri kaleme alan ve devletin önemli kademelerinde görev yapan 3 devir görmüş
bir şahsiyettir. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet. Bu 3 devir siyasî alanda
olduğu gibi edebî alanda da büyük devrilişler ve inkılapların yaşandığı
devirlerdir. Osmanlı adeta su alan bir gemi gibidir. İşte böyle bir dönemde
vatan ve millet gibi kavramları şiire sokarak, tıpkı Namık Kemal gibi edebiyatı
toplumun hizmetine sunma vazifesini de üstlenmiştir. Namık Kemal Vâveyla şiirinde bir sevgili
tasviri yapar, lakin şiirin sonunda biz bu sevgilin vatan olduğunu anlarız. “Gül
değil arkasında kanlı kefen / Sen misin, sen misin garîb vatan?” derken, Ali
Emîrî Efendi ise; “Geldi cânân bu gece nâz ile kâşanemize / Nûr
yağdırdı saâdet güneşi hânemize / Âşıkız bir
güzele ya'nî Emîrî vatana / Cân ile sa'y ederiz himmet-i cânânemize”
der.
Nitekim ezhar-ı hakikat adlı eserinde vatan için yazılan neşideleri
(şiirleri) ayrı bir yerde konumlandırır ve onlar için “Hikmet minberinin en kıymetli hutbeleridir” der. Ve divanının pek
çok yerinde vatan, millet, ilim, irfan, kitap, gayret ve çalışma gibi kavramlar
üzerinde durarak bir bilinç aşılama çabası içerisine girer. Osmanlı
Vilayât-ı Şarkıyyesi adlı eserinde onun vatan için kullandığı şu meşhur
ifadesini dile getirmemiz gerekiyor: Vatan aynıyla insan, insan aynıyla
vatandır. İnsan bulunmazsa vatan bulunmaz, vatan olmazsa insan olmaz.
O yaşadıklarını, gördüklerini, ya da
hissettiklerini söyler ve bazen ağır bedelleri de olsa, ödemeye hazırdır. Hüzünlenir,
heyecanlanır, kızar, küser... Bir dünyadır Emîrî Efendi... O ne dünya namına
kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzundur. Onu mutlu eden şey
vatandır, millettir, kitaptır. Gerisi beyhudedir.