ALEVİLİK KENDİSİNİ TANIMLIYOR
Cumartesi günü Araştırma ve Kültür Vakfı'nın aylık programlarında Hubyar Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu'nu konuk ettik. Kendisiyle Alevilik ve Türkiye'de Aleviler üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Kenanoğlu, sorduğumuz sorulara içten ve dürüst cevaplar verdi. Programın ardından yemekte sohbette de, tarihin derinliklerine gidildikçe ne kadar da çok ortak kültürel ögelerimiz olduğunun farkına vardık.
Daha önce Süryanilik ve Solculuk üzerine program gerçekleştirmiştik. Bu programlarla temel hedefimiz; vakıayı dışarıdan tanımlamak yerine bizzat içeriden dinlemek. Bu bağlamda, Süryanilik, solculuk ve Aleviliği bizzat Süryani, solcu ve Alevilerden dinleme şansı bulduk. Yaptığımız; dışarıdan bakış ile içeriden tanımlama arasındaki farkları görme imkanlarını ortaya çıkarması açısından önemli bir yöntemdir
İnsan olarak hepimiz, bir konuyla ilgili olarak dinlediklerimiz, okuduklarımız üzerinden bir fikir sahibi olabiliriz. Hatta çoğu zaman kitlelerin bilgisini, kulaktan duyma bazı önyargılar oluşturmaktadır. Aslında bizzat meseleyi bir de içeriden dinlemek ya da gözlemler yapmak bize bu önyargıları kırma noktasında ciddi açılımlar kazandıracaktır. Geniş kitleler ancak bunları, gündelik yaşamın içindeki karşılaşmalarda deneyimleyebiliyorlar. Ben, "gündelik hayatın metafiziği" olarak adlandırdığım bir kendiliğindenlik ilişkisi içerisinde diğerine bakıştaki önyargıların kırılacağına inanıyorum. Bu ülkede çok farklı etnik, dini ve mezhebi kökenden gelen insanlar, yüzyıllar boyu kendi doğallığı içerisinde komşuluk, arkadaşlık ilişkileri geliştirmişlerdir.
Ali Kenanoğlu, konuşmasında özetle şu noktaların altını çizdi. Birincisi, Sünnilik tarafından tanımlanmış Aleviliğin gerçeğiyle mesafeli olduğunu belirtti. Onun anlattıklarından çıkardığım sonuç; Aleviliğin ayrı bir din ve inanç olduğu şeklindedir. Bu bağlamda Kenanoğlu da özellikle Sünniliğe yaklaştırılmaya ve Sünnilik sınırları içerisinde tanımlanan Aleviliğe karşı olduğunu belirtti. Ben kendi adıma daha önceki bir yazımda "Aleviliğin statüsü"ne dair sorduğum sorunun cevabını daha net aldığımı düşünüyorum.
Buradan önemli bir noktaya geçiyoruz ki, Kenanoğlu'nun da ikinci altını çizdiği husustur: Her düşünce, inanç, din vb. mensubunun kendisini tanımlamasına izin verilmesi ve "diğeri" ile kendisi kalarak ilişki kurulmasının önemi. Yani, Aleviyi Sünni, sünniyi Alevi yapma; gayretlerinden uzak durmak. Böylece daha sahici ilişkiler kurulabilmesinin yolu açılacaktır. Tam da bu noktada bir slogan haline gelen "Alevilik eğer Hz. Ali'yi sevmekse, ben de aleviyim" şeklindeki sloganik cümlenin Alevileri cezbetmediğini Kenanoğlu ekledi. Tamam, Hz. Ali ortak noktalarımızdan birisidir ve ilişkilerde ayrılıklardan daha fazla ortak ögeler öne çıkarılmalıdır ama sloganik yaklaşımlardan öte şeyler söylenmelidir.
Zihinler bazen sürekli homojenleştirme ve kendisine benzetme gayretleri içerisinde çalışabiliyor. En başta farklılıkları kabul edebilme ve onlarla kendisi kalarak barış içinde yaşayabilme kültürünün ve dilinin oluşması gereklidir. Aslında bu konuda kültürel genlerimiz hala bize imkanlarını sunacak kadar tazedir. Dolayısıyla farklı kimliklerden belirli dozlardan alarak ortaya bir karışık yapma, farklı inançları paketleyerek yeniden tanımlama ve sunma alışkanlıklarından vazgeçilmelidir. Dikkat ederseniz, bu ülke farklılıkları tanıdıkça daha bir kendisine gelmektedir. Çünkü bu, yabancısı olduğu bir şey değildir.
Üçüncü nokta da, Devletin din, mezhep vb. konularda bazı genel ilkeleri belirleme ve denetim vazifesi olmakla birlikte, bunları sivil yaşama terk etmesi gerektiğidir. Kenanoğlu da böylece sorunların daha kolay halledilebileceğini düşünmektedir. Bu bağlamda, Cami-Cemevi yakınlaşmasına olumlu yaklaşmakla birlikte, bunun devlet tarafından değil, sivillikler içerisinden gerçekleştirilmesinin daha doğru olacağını düşünmektedir.
Şüphesiz konuşulacak ve tartışılacak çok detay var bu konuda. Ama önemli olan bir araya gelip konuşup tartışabilmek ve en önemlisi de anlayabilmek galiba.