Aile işlevlerinden çekilince
“Aile” kavramındaki süreklilik ve değişimler, aynı zamanda ailenin bugün ve gelecekte nasıl işlevlere doğru evrileceğinin de kimi zaman işaretlerini vermektedir. Fakat Türkiye örnekliği bile son 40-50 yıl gözlemlendiğinde, tespit edilmesi gereken en önemli değişimin ailenin işlevlerinde meydana gelen daralma olduğunu söyleyebiliriz.
Ailenin
işlevlerindeki daralmanın birtakım avantajlarından bahsedilebilir mi
bilmiyorum; ancak bazı sonuçlar göz önüne alındığında dezavantajları çok net
biçimde ortaya çıkmaktadır. Aileler belki bunu farketmekte zorlanabilir ya da
kimi zaman modern ailenin görüntüsüne bakarak bu değişimi olumlayabilirler.
Ancak benim açımdan durum tamamen farklı görünmektedir. Şimdi bu bağlamda
birkaç önemli hususu irdelemeye çalışalım.
Zaten
geleneksel toplumlardan modern toplumlara doğru dönüşüm gerçekleştikçe, ailedeki
üretim fonksiyonları giderek sona erdi ve bugün aile tüketimin merkezi haline
getirildi. Üstelik de üretimden tüketime doğru olan evrilme, sadece maddi
anlamdaki bir üretimin değil değer üretimlerinin de sonlanmasına sebep
olmuştur.
Şimdi
artık seri üretimler ve market zincirleriyle birlikte eskiden evde üretimi
yapılan unsurlar, sanayi üretimi ile ailelerin hizmetine sunulmaktadır. Öte
yandan zaten giderek yoğunlaşan metropolleşme, ailelerde bu tür üretim
tarzlarını imkansız hale getirmiştir. Şimdi reçelinden salçasına,
konservesinden birçok gıda maddesine kadar marketlerde hazır ve daha ucuz
bulmak mümkündür. Bu tür üretimin Türkiye’de Anadolunun farklı küçük
mekanlarında nispeten devam etmekle birlikte, giderek azaldığını tespit
edebiliriz.
Bu tür üretimin
sona erdirdiği şey ise sadece evin gıda üretim merkezi olmaktan çıkması değil,
aynı zamanda bu tür üretim mekanizmasının getirdiği insanlarla kurulan ilişki
ağlarıdır. Bu ilişkiler üzerinden kurulan sosyal kontrol ağları, yardımlaşma ve
değer üretimleri de aynı oranda sonlanmış görünmektedir. Böylece
metropolleşmenin yarattığı değerler manzumesi, insanların yeni ilişki
standartlarını da belirlemektedir.
Bu
sürecin ortaya çıkardığı özellikle iki sonucu belirtmeliyiz. Aile giderek sahip
olduğu birçok işlevlerinden soyutlanmıştır. İkincisi de, aile neredeyse bir
ticari şirket gibi maddi koşullara odaklanmıştır. Tabii ki bunları besleyen
bireyselleşme, kadın ve erkek rollerinin değişmesi, statü ve maddiyatın
ailelerde baş faktör haline gelmesi söz konusudur. Böylece aile topluma insan
hazırlama işlevini de kaybederek, rekabet ve yarışın hızlandığı mekanlar haline
dönüşmüştür.
Şimdi
gelinen noktada öyle bir aileden bahsediyoruz ki, eğitim işlevini okula, değer
üretme işlevini medyaya, üretim işlevini hazır fabrikasyonlara vs. bırakmıştır.
Böylece aile sabahları bireylerin farklı mekanlara dağıldığı, rekabet ettiği,
hazır fabrikasyonlara dayalı ancak değersel inşanın da serbest medyaya
bırakıldığı bir durumdadır.
Elbette
çocuk okula gidecektir. İnsan kendisini kuşatan iletişim aygıtlarıyla bir
şekilde ilişkili olacaktır. Ancak aile temel bir inşa mekanizması olarak bu
işlevlerin hiçbir yerinde durmuyor. Sanki biraz da aile içindeki bireylerin
toplamından ibaret bir nicelik ve hesap-kitap mekanizması olarak görülüyor.
Şimdi aileler çocuklarından hem ciddi başarılar hem de yükümlülükler bekliyorlar. Fakat şikayetlere daha fazla kulak kesilirseniz, bu beklentilerin gerçekleşmesi konusunda ciddi problemler olduğu anlaşılıyor. Çünkü yükümlülükler, okuldan önce ailelerde inşa edilen bir şeydir. Davranış modelleri, ilişkiler ağını ailelerin kuramadığı bir ortamda, medyanın gelip geçici değersel ortodoksisi olmayan telkinleri belirlemektedir. Diğer yandan başarının para getiren bir mesleğe indirgenmesi ise, ailelerin çocuklardan uzun süreli hem yükümlülükleri hem de değersel beklentilerini karşılayamamaktadır.