Alawadi'nin Hesabı sorulacak mı?
Tarihi ırkçı ayrımlarla, ötekileştirmelerle dolu Amerika’da 11 Eylül saldırıları sonrasında Müslümanlar belirgin bir hedef olarak algılanmaktalar. ABD'nin gazetecilik alanındaki en saygın ödülü olan Pulitzer'in bu yılki sahiplerinden biri en iyi araştırma haberi dalında, New York Polis Departmanı’nın (NYPD) Müslümanları fişlemek üzere ajan görevlendirmesine yönelik skandalı ortaya çıkaran Associated Haber ajansı (AP) oldu. New York ve çevre eyaletlerde bulunan camilere ajan gönderen NYPD'nin, Müslümanları fişlemesini haberleştiren AP, aynı kurumun 11 Eylül saldırılarından sonra İslam dinine mensup kişilere karşı önyargı ile hareket ettiğini tespit etmişti. Beş çocuk annesi Şeyma Alawadi bu algının en son kurbanı oldu. Körfez Savaşı sonrası Amerika’ya göç eden binlerce Iraklıdan biri olan Alawadi, Kaliforniya eyaletinin El Cajon şehrindeki evinde 27 Mart günü, levye ile dövülerek ağır yaralandı. Üç gün boyunca yaşam destek ünitesine bağlı kalan kadıncağız, hayatını kaybetti.
Kafasına ve vücudunun pek çok yerine
darbe alan Alawadi’nin yanında “Ülkene dön, seni terörist!” yazılı bir not
asılıydı. Amerika’da bu olaydan bir ay önce 17 yaşındaki Trayvon Martin adlı
gencin kapüşonlu bir elbise ile gezinirken George Zimmerman isimli gönüllü
güvenlik görevlisi tarafından “şüpheli göründüğü” gerekçesiyle öldürülmesi
gündem olmuştu. Bu cinayeti işleyen görevliye telsizden “takip etmemesi”
yönünde talimat verildiği halde ısrarla izleyip katletmesi, histerikli bir ruh
halinin göstergesi olsa gerek. Üstelik Travyon’u öldüren Zimmerman, Amerika’da
yaşayan Hispanik bir topluluğa mensup; yani bu ülkeye kaçak giren Latin
Amerikalılardan biri o. Kraldan çok kralcı. “Özgürlükler ülkesi” diye yıllardan
beri pazarlanan Amerika, yaşanan son cinayetlerle birlikte dünyada yükselen
ırkçı dalganın merkez üssü haline dönüşmüş durumda.
İslam düşmanlığıyla nam salan Papaz
Terry Jones’un, Kur’an-ı Kerim’i yakma girişiminden sonra şimdi de
Müslümanların Amerika’dan kovulmasını istemesinin de yaşanan süreçlerin
tetikleyici etkisi olduğu söylenebilir. Şeyma Alawadi gibi Bangladeşli bir
taksi şoförünün yalnızca Müslüman olmasından ötürü şiddete uğraması ise
neredeyse sıradan bir vakıa gibi algılanmakta.
El Cajon’daki camide gönüllü olarak
çalışan Şeyma Alawadi’nin katledilmesi üzerine Amerika’daki duyarlı kesimlerden
protesto sesleri yükseldi. Halkı Müslüman coğrafyaların ise Almanya’da otuz
yerinden bıçaklanarak öldürülen Merve el Şerbini’nin göz göre göre
katledilmesine sustukları gibi Şeyma Alawadi’ye de tepki göstermemeleri kimseyi
şaşırtmadı. İşin asıl ilginç tarafı Kaliforniyalı Adventist Kilisesinin duruşu
oldu. Adventistlerin idari sorumlu müdürü olan Jean Younis’in başlattığı ve
cinayeti protesto ettiği bir Facebook kampanyası, Amerikalı kadınlardan oldukça
ilgi görmekte. Şu anda 20.000 üyeye yaklaşan hareketin hedefi, 1.000.000
takipçiye ulaşmak. Kampanyanın adı ise “Şeyma Alawadi için 1.000.000
başörtüsü.”(One Million Hijabs for Shaima Alawadi) Başörtüsü giyerek çektikleri
resimleri bu siteye gönderen kadınlar yaşanan süreci de bir nevi protesto
ediyorlar. “Ben Şeyma Alawadi’yim. Sıra bende mi?” sorusu internet ağı
üzerinde yayılan en yaygın cümle olarak dikkat çekiyor.
ADVENTİSTLER KİMDİR?
Adventist’lerin duruşunun altını çizmek
gerekiyor. Protestanlığın içinde yayılan bu fikir sağlam aile yapısı ile öne
çıkan, domuz eti yemeyen, içki, sigara ve uyuşturucuya karşı net tavırları olan
ama sonuna kadar Mesih’i bekleyen, cumartesi günlerini Yahudiler gibi
çalışmayıp ibadetle geçiren bir topluluk. Gelirlerinin %10’unu Tanrı’ya adayan
bu insanların duruşlarını “kardeşlik” ve “sevgi” kavramları tanımlıyor
denebilir. Adventist Türkiye sorumluları kendilerini web sitelerinde şöyle
anlatıyorlar: “Bizler Tanrı'nın Bir olduğuna, hükümranlığını ise önceden
vermiş olduğu yasaları üzerine kurduğuna inanıyoruz. Tanrı'nın bu sistemli
hükümranlığının örneklerini doğada ve insan bedeninde görebiliriz. Tanrı'nın
yaratışına ve kendi bedenimize saygı duyarız. Örneğin domuz gibi murdar
yiyecekler yemeyiz. Sigara ve alkol içmekten, uyuşturucu maddeler kullanmaktan
kaçınırız, zira bu gibi maddeler düşünme, ibadet etme ve yaşama kabiliyetimize
zarar verirler. Benzer şekilde bedenlerimizi cinsel ahlaksızlıklardan,
gözlerimizi ve kulaklarımızı kötülüğün imgelerinden ve seslerinden, şiddetten
ve çeşitli ahlaksızlıklardan uzak tutmaya gayret ederiz. Bunlar bizim
üzerimizde güçlü bir şekilde etkin olan Tanrı'nın Kutsal Ruh'una saldırırlar.
Bunun yerine eğlencelerimizde ve hazlarımızda soylu, iyi, dürüst, saf ve sevgi
dolu olan şeyleri seçeriz. Bizler insanlık için Tanrı'nın en iyi yol olduğuna
inanırız.”
Kur’an yakma girişimlerinde bulunan
Terry Jones’un Evanjelik bir Hıristiyan rahip olduğu ve bu duruşun sonucunun
milyonlarca Müslümanın bir ibadet hazzıyla katledilmesine neden olduğu
düşünülürse Hıristiyanlığın içinde ne denli derin kırılmaların olduğu
görülecektir.
Irak’a girip milyonların kanına giren,
ekini ve nesli ifsat eden, kocaman bir ülkeyi ve geçmişini yok edip geleceğini
de ağır bedellere karşılık rehin alan Amerika, yüzsüzlükte sınır tanımıyor.
Türlü zulümatı yapan kendisi değilmiş gibi ülkesindeki Müslümanların dahi can
güvenliğine bigâne kalabiliyor. Bütün bu saldırılar, tacizler, nefret suçları
yasal tedbirlere ve polisiye müdahalelere rağmen gerçekleşiyor. Bu coğrafyada
ve Avrupa’da Müslümanlara dönük yapılan hak gasplarına küresel protestolarla
yanıt vermek gerekiyor. Peygamberimizin söylediği söylenen “Müslümanların
birbirini sevme ve desteklemedeki durumları bir beden gibidir. Bedenin bir uzvu
rahatsız olursa, bedenin bütün organları rahatsız olur ve uykusu kaçar.”
hadisinin ne kadar asli bir sorumluluk olduğu dünyada geçirdiğimiz her günün
sonunda daha bir belirginleşiyor. Alawadi’nin, Şerbini’nin ve elbette Terry’nin
kanı Müslümanların ilgisini ve sahiplenmesini bekliyor.