Dolar (USD)
32.59
Euro (EUR)
34.83
Gram Altın
2495.12
BIST 100
9460.75
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

18 Ağustos 2022

AKM'den indik Merkep Bağırtan'a...

İnsan, “İstanbul kazan ben kepçe” misali dolaştıkça medeniyetlerin izleri arasında o kadar ilginç yaşanmışlıklara tanık olunuyor ki, ağzı açık kalıyor. Gördükleri, duydukları karşısında ne diyeceğini şaşırıp, anın şahitliğinde yeni yeni tanıklıkları not düşmekten öte bir şey yapamıyor.

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımı da peşime takıp Taksim Cami’nde Cum’a namazını edâ ziyaret ettikten sonra yıllarca tartışmaların odağındaki Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) “ne var, ne yok” yoklaması için “kültür merkezi”nin kalbine bir yolculuğa çıktık.

AKM Kütüphane ve 30 Ekim 2022’ye kadar Pazartesi günleri hariç her gün 10.00 ile 18.00 saatleri arasında ücretsiz gezilebilecek “Bizdeki Dünya, Dünyadaki Biz” sergisi hariç her yer kapı duvar. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, AKM Müzik Platformu tarafından gerçekleştirilen “Bizdeki Dünya, Dünyadaki Biz” sergisini gezmek için kapıdan içeri girer girmez tavana asılı müzik aletleri sessiz tınıları ile ziyaretçilerin ruhunu dinginleştiriyor. Her adımda “Bu enstrümanlar hangi insan, hangi mekân ve hangi zamanlarda dinleyenleri coşku ve sevince gark etti acaba?..” sorusunu akıllara getiriyor. Asırlar öncesinden günümüze ulaşan çalgılar, doğudan batıya bir seyyah misali susarak cevap veriyor.

Serginin zemin katında Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesiştiği bir coğrafyada yer alan Türkiye’nin sosyal, kültürel, siyasal etkileşimlerin yanında müzik kültürünün de etkileşimine dair yansımalar göze çarpıyor. Müzik mirasında; Anadolu, Asya ve Akdeniz kültürlerinin yanı sıra Türk ve İslâm kimliklerinin yanı sıra ayrıca Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Avrupa ile kurulan ilişkilerin izleri alet ve görsellere yansırken; Asya, Akdeniz, Balkan ve Avrupa kültürleri de Türk müziğinin etkileşiminden ilhan alınarak doğan yeni, farklı ses, çalgı ve eserler dünya ortak mirası olarak insanlığın ruhuna hitap ediyor.

Birinci katta ise; “Ustalara Saygı” köşesinde toplumsal hafızanın önemli figürü olan sanatçıların ürettiği eserleriyle besledikleri kültürel referansların izdüşümleri sergileniyor. Bu bölümde Türkiye’de uzun bir geçmişi olan Klasik Türk Müziği, Türk Halk Müziği ve Klasik Batı Müziği gelenekleri içerisinde üreterek dünyaya açılmış veya bu müzik türlerinin kurumsallaşmasında önemli bir rol oynamış sanatçılara yer veriliyor. Sanatçıların yaşamları, arşiv görüntüleri, eser kayıtları ve kişisel eşyalarını sunarak onların dünyasına kısa bir bakış sunuluyor.

Ayrıca “Türk Çalgıları” bölümünde asırlar boyunca geniş bir coğrafyaya yayılan Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya geliş sürecinde beslendikleri kültürler, çalgıların tarihsel süreç boyunca etkileşim, değişim ve gelişim serüvenine dair müzikalet ve anekdotlara yer veriliyor. Uygurların dutarı, Özbeklerin nayı, Kırgızların kumuzu, Kazakların dombrası, Azerilerin âşık sazı, Anadolu’nun bağlaması; Orta Asya’daki kopuzdan Balkanlardaki kobzaya değin çalgılar, hep bir kökün uzantıları ve kültürlerin ortak tınıları olarak karşımıza çıkıyor.“Türk Çalgıları” sergisi bu çalgılarla birlikte Türk halk ve makam müziği geleneği içerisinde doğmuş olan çalgıları paylaşıyor.

sazlar o5 _f90c637f4bbcee4571e391b14c3bca89.jpg

Haçlı Seferleri’yle Batı’ya taşınan çalgılardan Avrupa bestecilerinde İslâm imgelerine ,psalteriondan tympanona, kanundan santuruna, Mehterhane’den Alla Turca’ya, halk ozanı Âşık Veysel’den(Âşık Veysel’in sazı Ankara’ya gönderildiği için sergide yer almıyor) bozkırın tezenesi Neşet Ertaş’a, Ahmed Adnan Saygun’ndan Alâeddin Yavaşca’ya, Münir Nureddin Selçuk’tan Şerif Muhiddin Targan’a ait özel eşyalar, yüzlerce enstrüman, insan hikâyesi gözleri ve gönülleri meşk makânında ağırlıyor.

*

Ağustos’un sıcağında serinleten bu esinti ile kendimizi dik, daracık, uzun ve ince sokaklardan Cihangir’e aşağı salıyoruz. O insan kaynayan sokaklar, sıcaklığın zirve yapmasından dolayı hiç olmadığı kadar boş. The Marmara’nın yanından aşağı sapıp Osmanlı, Pürtelaş, Akyol, Emanetçi ve Özoğul sokaklarından geçerek semte adını veren ulu mâbed Cihangir Camii’ne ulaşıyoruz.

Cihangir Cami bahçesi_ddf48f11b3997324d8dd863bbbf027ec.jpg

Caminin kondurulduğu mekândan Üsküdar’ı, Boğaziçi’ni ve tarihi Yarımada’yı kuşbakışı seyrediyor. Kartal yuvası misali 1559 tarihinde Kanûnî Sultan Süleyman tarafından şehzadesi Cihangir adına mimarbaşı Mimar Sinan tarafından buraya kondurulan Cihangir Cami, etrafındaki aymazlıklara rağmen asırlardır “iki kıta bir şehir” İstanbul’a 5 vakit salâh ve felâhı haykırıyor. (5 defa yangın ve birçok deprem geçiren cami, her defasında yeniden imar ve ihyâ edilmiş, en son halini ise Sultan 2. Abdülhamid’in1890’da yeniletmesiyle bugünkü görünümüne kavuşmuş.)

Kubbe ve duvarlarındaki boyaları, süslemeleri, devrin önemli hattatları tarafından yazılan levhaları daha dün nakşedilmiş gibi taptaze duruyor. Yanı başındaki bahçesine çıkıp etrafı temâşâ edenlerin “Sana dün bir tepeden baktım azîz İstanbul” terennüm ve nazarlarına Boğaziçi, Üsküdar ve tarihi Yarıma’da da tanıklık ediyor. Kimileri bu tanıklıktan gözünü alamazken, kimileri bu tanıklığın yorgunluğu caminin yemyeşil çimlerine uzanarak kısacık bir uykuya dalıyor.

Objektifimize takılan bölgenin antikalarını “eskiciii, eskiler alınır...” seslenişiyle ekmek parası kazanan baba ve oğul üç tekerlekli arabalarını bir kenara park edip hemencecik ağaçların gölgesine 5 yıldızlı otel yatağına uzanırcasına yatıveriyor. Dik yokuşları çıkıp inerken tükettikleri enerjilerini yeniden kazanmak için ulu mâbedin gölgesinde yarım uykuya dalıyor. Öyle bir uyku ki, dünyaya değer. Bunu ifade etmek için söz eksik kalır; onun için bir fotoğraf karesine, bir de onların çıkıp indiği sokaklara bakmak gerekiyor. Caminin bahçe kapısından çıkıp Münir Özkul Sokağı’ndan aşağı inerken soldaki tarihi çeşmenin altındaki Merkep Bağırtan Sokağı bizim biraz önce anlatmaya gayret ettiğimiz fotoğrafı sarîh bir şekilde anlatıyor.

baba oğul bahçede uyuyor_4d3eb8031223418e07366205d4e0b1df.jpg

Sahildeki Meclis-i Mebusan Caddesi’nde bulunan İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü’nün yanından sapıldığında Fındıklı Yokuşu’nun devamında bulunan Merkep Bağırtan Yokuşu öyle bir yokuş ki, merkebi bağırtmayı bırakın haddinden fazla yük vurulursa ne yapar gerisini siz tahayyül edin. [Osmanlı Devleti’nde ihdas edilen Hayvan Hakları Yasası gereği taşıttırılacak yükle ilgili sınır konulmuştu. “Hamallara mahsus talimatname”de, yük hayvanlarına eziyet edilmemesi için, “Bir beygir yükü 120 kiloyu, merkep yükü 80 kiloyu ve tek beygirli araba 250 kiloyu, çift beygirli araba 400 kiloyu, öküz arabası 500 kiloyu ve manda arabasının ise 600 kiloyu kesinlikle geçmeyecek” şeklinde talimatlar verilmişti. Ayrıca yük hayvanlarının haftanın altı günü çalışması, bir günü ise dinlendirilmesi hükme bağlanmıştı. Bu talimatların dışına çıkan ve hayvanlara eziyet edenler cezalandırılırdı.]

Eee, peki bu Beyoğlu Pürtelaş Hasan Efendi Mahallesi’ndeki yokuşun hikâyesi ne ola ki?!.. Eskiden böyle “yol geçen hanı” değildi İstanbul. Beyoğlu’nun bile kendine has bir demografisi, yaşam tarzı vardı. Rivayet odur ki, kışın tepelerdeki konaklarda oturan zengin aileler, yazın Boğaz’daki yalılarına taşınırken genellikle bu sokağı kullanırmış. Aileler eşyalarını buradan merkeplere (eşek) yükler ve dönüşte yine aynı yolu tercih edermiş. Yani daha motorlu taşıtların yaygın olmadığı dönemlerde yük ve insan taşıma işi at ve merkepler tarafından gerçekleştirilirmiş. Bu merkepler, şu anki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin tam karşısındaki sokaktan Cihangir’e tırmanırmış. Merkepleri bile canından bezdirip, yorgunluktan zırıl zırıl zırlatan bu yokuşa, “Merkep Bağırtan Yokuşu” denilmesinin sebebi de buymuş.

Merkep bağırtan sokağı_b281ec7eb6a82bef52dc3af6de5d5c5c.jpg

*

Cihangir Yokuşu Sokağı’ndan Tophâne-i Âmire Müzesi istikametine yürürken tamamen betonarme dönüştürülen binaların arasında kendini göstermeye çalışan ahşap bina ve çeşmelerin imdat çığlıkları hiç kimsenin ilgisini cezbetmiyor. Metruk binalar içinde barındırdığı pisliklerle etrafa korku ve korku saçıyor.

İstanbul’un en kozmopolit ilçelerinden biri olan Beyoğlu’nda belediye başkanlığı yapan Haydar Ali Yıldız beyefendi göreve geldiği günden beri birçok problemle mücadele ediyor. Bu bölgede yaşayan mahalle sakinleri gelecek adına bir problem daha çıkartıp; başkandan Karaköy’de Alageyik, Zürafa ve Kadem Sokaklarda bulunan ve yaklaşık 21 yıldır kullanılmayan 42 evi kültür ve sanat mekanı yapmak üzere restore ettiği gibi buralardaki metruk bina ve Sanatkarlar Parkı’na da el atmasını istirham ediyor. Nokta.

*

Sosyal tesisler_d556fc2564557f2a3775a913b2502396.jpg

Asırlar ötesinden bizlere miras kalan kadîm yadigârlarla ruhumuzu doyurduk, sırada midemizde. İlyas Çelebi Sokak’tan Sanatkarlar Caddesi’ne ilerleyerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cihangir Cihannüması Sosyal Tesisleri’ne ulaşıyoruz. Bir uzun kuyruk ki sormayın, sanki indirimli satışlara başlayan Tarım Kredi Kooperatif Market’ine geldik. Sabreden derviş muradına emriş misali; yarım saatlik bir bekleyişten sonra terasın en güzel yerinde İstanbul’la göz göze gelip hemhâl olmanın huzuruna eriyoruz. Önümüzde Nusretiye Cami, Kılıç Ali Paşa Cami, Tophâne-i Âmire Müzesi, Galataport, karşımızda Boğaz’ın serin suları, Üsküdar, Kız Kulesi, iki kıta arasında mekik dokuyan gemiler, sağımızda Sarayburnu, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı, Ayasofya, Eminönü, Süleymaniye bütün bu bakışlara tanıklık ediyor.

Hem manzaranın güzelliğini, hem de uygun menü ve yemek fiyatlarını duyan buraya koşuyor. Sakın haaa, Ekrem İmamoğlu duymasın; kimsenin gözünün yaşına bakmaz basar zammı!..