AKM'den indik Merkep Bağırtan'a...
İnsan, “İstanbul kazan ben kepçe” misali dolaştıkça medeniyetlerin izleri arasında o kadar ilginç yaşanmışlıklara tanık olunuyor ki, ağzı açık kalıyor. Gördükleri, duydukları karşısında ne diyeceğini şaşırıp, anın şahitliğinde yeni yeni tanıklıkları not düşmekten öte bir şey yapamıyor.
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımı da
peşime takıp Taksim Cami’nde Cum’a namazını edâ ziyaret ettikten sonra yıllarca
tartışmaların odağındaki Atatürk Kültür
Merkezi’nde (AKM) “ne var, ne yok”
yoklaması için “kültür merkezi”nin
kalbine bir yolculuğa çıktık.
AKM Kütüphane ve 30 Ekim 2022’ye kadar Pazartesi
günleri hariç her gün 10.00 ile 18.00 saatleri arasında ücretsiz gezilebilecek
“Bizdeki Dünya, Dünyadaki Biz”
sergisi hariç her yer kapı duvar. T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, AKM Müzik Platformu tarafından gerçekleştirilen
“Bizdeki Dünya, Dünyadaki Biz”
sergisini gezmek için kapıdan içeri girer girmez tavana asılı müzik aletleri
sessiz tınıları ile ziyaretçilerin ruhunu dinginleştiriyor. Her adımda “Bu enstrümanlar hangi insan, hangi mekân ve
hangi zamanlarda dinleyenleri coşku ve sevince gark etti acaba?..” sorusunu
akıllara getiriyor. Asırlar öncesinden günümüze ulaşan çalgılar, doğudan batıya
bir seyyah misali susarak cevap veriyor.
Serginin zemin katında Asya, Avrupa ve
Afrika kıtalarının kesiştiği bir coğrafyada yer alan Türkiye’nin sosyal,
kültürel, siyasal etkileşimlerin yanında müzik kültürünün de etkileşimine dair
yansımalar göze çarpıyor. Müzik mirasında; Anadolu, Asya ve Akdeniz
kültürlerinin yanı sıra Türk ve İslâm kimliklerinin yanı sıra ayrıca Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemlerinde Avrupa ile kurulan ilişkilerin izleri alet ve
görsellere yansırken; Asya, Akdeniz, Balkan ve Avrupa kültürleri de Türk
müziğinin etkileşiminden ilhan alınarak doğan yeni, farklı ses, çalgı ve
eserler dünya ortak mirası olarak insanlığın ruhuna hitap ediyor.
Birinci katta ise; “Ustalara Saygı” köşesinde
toplumsal hafızanın önemli figürü olan sanatçıların ürettiği eserleriyle
besledikleri kültürel referansların izdüşümleri sergileniyor. Bu bölümde
Türkiye’de uzun bir geçmişi olan Klasik Türk Müziği, Türk Halk Müziği ve Klasik
Batı Müziği gelenekleri içerisinde üreterek dünyaya açılmış veya bu müzik
türlerinin kurumsallaşmasında önemli bir rol oynamış sanatçılara yer veriliyor.
Sanatçıların yaşamları, arşiv görüntüleri, eser kayıtları ve kişisel eşyalarını
sunarak onların dünyasına kısa bir bakış sunuluyor.
Ayrıca “Türk Çalgıları” bölümünde asırlar boyunca geniş bir coğrafyaya
yayılan Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya geliş sürecinde beslendikleri
kültürler, çalgıların tarihsel süreç boyunca etkileşim, değişim ve gelişim
serüvenine dair müzikalet ve anekdotlara yer veriliyor. Uygurların dutarı,
Özbeklerin nayı, Kırgızların kumuzu, Kazakların dombrası, Azerilerin âşık sazı,
Anadolu’nun bağlaması; Orta Asya’daki kopuzdan Balkanlardaki kobzaya değin
çalgılar, hep bir kökün uzantıları ve kültürlerin ortak tınıları olarak
karşımıza çıkıyor.“Türk Çalgıları”
sergisi bu çalgılarla birlikte Türk halk ve makam müziği geleneği içerisinde
doğmuş olan çalgıları paylaşıyor.
Haçlı Seferleri’yle Batı’ya taşınan çalgılardan
Avrupa bestecilerinde İslâm imgelerine ,psalteriondan tympanona,
kanundan santuruna, Mehterhane’den Alla Turca’ya, halk
ozanı Âşık Veysel’den(Âşık Veysel’in sazı Ankara’ya gönderildiği için sergide
yer almıyor) bozkırın tezenesi Neşet
Ertaş’a, Ahmed Adnan Saygun’ndan Alâeddin
Yavaşca’ya, Münir Nureddin Selçuk’tan Şerif
Muhiddin Targan’a ait özel eşyalar, yüzlerce enstrüman, insan hikâyesi
gözleri ve gönülleri meşk makânında ağırlıyor.
*
Ağustos’un sıcağında serinleten bu
esinti ile kendimizi dik, daracık, uzun ve ince sokaklardan Cihangir’e aşağı
salıyoruz. O insan kaynayan sokaklar, sıcaklığın zirve yapmasından dolayı hiç
olmadığı kadar boş. The Marmara’nın yanından aşağı sapıp Osmanlı, Pürtelaş,
Akyol, Emanetçi ve Özoğul sokaklarından geçerek semte adını veren ulu mâbed
Cihangir Camii’ne ulaşıyoruz.
Caminin kondurulduğu mekândan
Üsküdar’ı, Boğaziçi’ni ve tarihi Yarımada’yı kuşbakışı seyrediyor. Kartal
yuvası misali 1559 tarihinde Kanûnî
Sultan Süleyman tarafından şehzadesi Cihangir
adına mimarbaşı Mimar Sinan
tarafından buraya kondurulan Cihangir
Cami, etrafındaki aymazlıklara rağmen asırlardır “iki kıta bir şehir” İstanbul’a 5 vakit salâh ve felâhı haykırıyor.
(5 defa yangın ve birçok deprem geçiren cami, her defasında yeniden imar ve ihyâ
edilmiş, en son halini ise Sultan 2.
Abdülhamid’in1890’da yeniletmesiyle bugünkü görünümüne kavuşmuş.)
Kubbe ve duvarlarındaki boyaları,
süslemeleri, devrin önemli hattatları tarafından yazılan levhaları daha dün
nakşedilmiş gibi taptaze duruyor. Yanı başındaki bahçesine çıkıp etrafı temâşâ
edenlerin “Sana dün bir tepeden baktım
azîz İstanbul” terennüm ve nazarlarına Boğaziçi, Üsküdar ve tarihi
Yarıma’da da tanıklık ediyor. Kimileri bu tanıklıktan gözünü alamazken, kimileri
bu tanıklığın yorgunluğu caminin yemyeşil çimlerine uzanarak kısacık bir uykuya
dalıyor.
Objektifimize takılan bölgenin antikalarını
“eskiciii, eskiler alınır...” seslenişiyle ekmek
parası kazanan baba ve oğul üç tekerlekli arabalarını bir kenara park edip
hemencecik ağaçların gölgesine 5 yıldızlı otel yatağına uzanırcasına
yatıveriyor. Dik yokuşları çıkıp inerken tükettikleri enerjilerini yeniden
kazanmak için ulu mâbedin gölgesinde yarım uykuya dalıyor. Öyle bir uyku ki,
dünyaya değer. Bunu ifade etmek için söz eksik kalır; onun için bir fotoğraf
karesine, bir de onların çıkıp indiği sokaklara bakmak gerekiyor. Caminin bahçe
kapısından çıkıp Münir Özkul Sokağı’ndan aşağı inerken soldaki tarihi çeşmenin
altındaki Merkep Bağırtan Sokağı
bizim biraz önce anlatmaya gayret ettiğimiz fotoğrafı sarîh bir şekilde
anlatıyor.
Sahildeki Meclis-i Mebusan Caddesi’nde
bulunan İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü’nün yanından sapıldığında
Fındıklı Yokuşu’nun devamında bulunan Merkep
Bağırtan Yokuşu öyle bir yokuş ki, merkebi bağırtmayı bırakın haddinden
fazla yük vurulursa ne yapar gerisini siz tahayyül edin. [Osmanlı Devleti’nde ihdas edilen Hayvan Hakları Yasası gereği
taşıttırılacak yükle ilgili sınır konulmuştu. “Hamallara mahsus talimatname”de, yük hayvanlarına eziyet edilmemesi
için, “Bir beygir yükü 120 kiloyu,
merkep yükü 80 kiloyu ve tek beygirli araba 250 kiloyu, çift beygirli araba 400
kiloyu, öküz arabası 500 kiloyu ve manda arabasının ise 600 kiloyu kesinlikle
geçmeyecek” şeklinde talimatlar verilmişti. Ayrıca yük hayvanlarının
haftanın altı günü çalışması, bir günü ise dinlendirilmesi hükme bağlanmıştı.
Bu talimatların dışına çıkan ve hayvanlara eziyet edenler cezalandırılırdı.]
Eee, peki bu Beyoğlu Pürtelaş Hasan Efendi Mahallesi’ndeki
yokuşun hikâyesi ne ola ki?!.. Eskiden böyle “yol geçen hanı” değildi İstanbul. Beyoğlu’nun bile kendine has bir
demografisi, yaşam tarzı vardı. Rivayet odur ki, kışın tepelerdeki konaklarda
oturan zengin aileler, yazın Boğaz’daki yalılarına taşınırken genellikle bu
sokağı kullanırmış. Aileler eşyalarını buradan merkeplere (eşek) yükler ve
dönüşte yine aynı yolu tercih edermiş. Yani daha motorlu taşıtların yaygın
olmadığı dönemlerde yük ve insan taşıma işi at ve merkepler tarafından gerçekleştirilirmiş.
Bu merkepler, şu anki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin tam
karşısındaki sokaktan Cihangir’e tırmanırmış. Merkepleri bile canından
bezdirip, yorgunluktan zırıl zırıl zırlatan bu yokuşa, “Merkep Bağırtan Yokuşu” denilmesinin sebebi de buymuş.
*
Cihangir Yokuşu Sokağı’ndan Tophâne-i
Âmire Müzesi istikametine yürürken tamamen betonarme dönüştürülen binaların
arasında kendini göstermeye çalışan ahşap bina ve çeşmelerin imdat çığlıkları
hiç kimsenin ilgisini cezbetmiyor. Metruk binalar içinde barındırdığı pisliklerle
etrafa korku ve korku saçıyor.
İstanbul’un en kozmopolit ilçelerinden
biri olan Beyoğlu’nda belediye başkanlığı yapan Haydar Ali Yıldız beyefendi göreve geldiği günden beri birçok
problemle mücadele ediyor. Bu bölgede yaşayan mahalle sakinleri gelecek adına
bir problem daha çıkartıp; başkandan Karaköy’de Alageyik, Zürafa ve Kadem
Sokaklarda bulunan ve yaklaşık 21 yıldır kullanılmayan 42 evi kültür ve sanat
mekanı yapmak üzere restore ettiği gibi buralardaki metruk bina ve Sanatkarlar
Parkı’na da el atmasını istirham ediyor. Nokta.
*
Asırlar ötesinden bizlere miras kalan
kadîm yadigârlarla ruhumuzu doyurduk, sırada midemizde. İlyas Çelebi Sokak’tan
Sanatkarlar Caddesi’ne ilerleyerek İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Cihangir Cihannüması Sosyal Tesisleri’ne ulaşıyoruz.
Bir uzun kuyruk ki sormayın, sanki indirimli satışlara başlayan Tarım Kredi
Kooperatif Market’ine geldik. Sabreden derviş muradına emriş misali; yarım
saatlik bir bekleyişten sonra terasın en güzel yerinde İstanbul’la göz göze
gelip hemhâl olmanın huzuruna eriyoruz. Önümüzde Nusretiye Cami, Kılıç Ali Paşa
Cami, Tophâne-i Âmire Müzesi, Galataport, karşımızda Boğaz’ın serin suları,
Üsküdar, Kız Kulesi, iki kıta arasında mekik dokuyan gemiler, sağımızda
Sarayburnu, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı, Ayasofya, Eminönü, Süleymaniye bütün
bu bakışlara tanıklık ediyor.
Hem manzaranın güzelliğini, hem de
uygun menü ve yemek fiyatlarını duyan buraya koşuyor. Sakın haaa, Ekrem
İmamoğlu duymasın; kimsenin gözünün yaşına bakmaz basar zammı!..