Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.73
Gram Altın
2962.95
BIST 100
9666.11
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Aralık 2022

Aklını kiraya veren düşünemez

Eric Hoffer,”Kendinden hoşnut olmamakla kolayca aldanma eğilimi arasında bir bağlantı vardır” diyor. Bir bakıma kendi benliğimizden kaçma itkisi aynı zamanda gerçeklerden kaçma itkisidir.

Açıkçası Hoffer şöyle diyor, gerçekleri olduğu gibi görme yeteneksizliği veya görmek istememe hem avanaklığa hem de şarlatanlığa teşvik eder.

Bu durum aynı zamanda fanatizmin de bir göstergesidir. Hoffer’e göre fanatik kişi daima eksik ve güvensizdir. Destek bulduğu bir şeye ihtirasla yapışır ve kendi değerini ispat etmek için de canını feda etmekten kaçınmaz.

Bana kalırsa bunun aklını kullanma ve müstakil düşünme becerisi ile yakından bir alakası var.

İsterseniz bunu bize Kant anlatsın.

Zira o, aydınlanmayı, kişinin ergin olmama durumundan kurtulması olarak tarif etmişti ve insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanabilmesini savunuyordu.

“Aklını kullanamayış“ biçimi kuşkusuz bireyin düşüncelerinin ve de kararlarının bir başkasına bağımlı hale gelmesine dayanır.

Örneğin “benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık.”

Dolayısıyla burada artık aklın devreye girmesi pek rastlanılan bir şey değildir. Öyle ki sanat, felsefe ve düşünce üretimi tamamen gevşek bir zeminde ilerler. Hatta ilerlemez, durur.

Her şeyin cevabını hazır bulan bir insan düşünmek için neden emek sarf etsin ki? Rahmetli Teoman Duralı Hoca’nın ifade ettiği gibi “Merak olmayınca ne yapıyorsun, düşünmüyorsun ve taklit ediyorsun.”

Çünkü onun yerine düşünen ve karar veren bir başka özne söz sahibidir.

Kant’la devam edelim; “İnsanın seve seve katlandığı ve kendi suçuyla düştüğü böylesi bir durumda etrafını kuşatan dogmalar ve kurallar ve de her yerden yükselen “Düşünmeyin! Aklınızı kullanmayın! bağırışları; subayın “düşünme, eğitimini yap!” maliyecinin “düşünme, vergini öde!”, din adamının “düşünme, inan!” ya da Büyük Friedrich’in “istediğiniz kadar ve istediğiniz şeyi düşünün, ama itaat edin!” emri.

İşte tüm bunlar insanın aklını kullanmasına daima engel olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Kant’tan örnek verdim ama neticede onu da etkileyen İbni Rüşd, İbni Sina ve Farabi gibi düşünce adamlarımız da benzer fikirleri savunuyor.

Sokrates de “neyin doğru neyin yanlış olduğunu insanın kendi akıl yürütmesiyle bulabileceğini” söylemiyor muydu?

Yunus Emre’nin; “Peygamber yerine geçen hocalar. Bu halkın başına zahmetli oldu” dizelerinde ifade ettiği pespayeliği de ilave edersek akılsızlığın yol açtığı tahribatı varın siz hesap edin.

Aslında savaşlar yol açtıkları yıkımlarla değil savaş sonrası üretilen ideolojilerle kötü insan yetiştirdikleri için birer felakettir.

İnsanın zihnine yapılan müdahale kadar korkunç bir işkence türü var mıdır?

Kur’an-ı Kerim, sık sık “Akletmez misiniz? diye sorar. Ancak ona inananların büyük çoğunluğu aklını kiraya vermiş gibi duruyor. Akletme zahmetinde bulunmuyorlar.

Çünkü bir insanın akıl yürütme imkânı öncelikle eğitim sistemi aracılığıyla elinden alınıyor. Geri kalan aklını da herhangi bir hareketin varlığına armağan edince kendine bir şey kalmıyor. Yani sorumluluktan kaçıyor.

Hal böyle olunca da hiçbir meseleye akli, vicdani ve insani bir zeminde yaklaşamıyorsunuz.

Kişi artık mensubu olduğu yapının ateşli bir fanatiği haline geliyor. Oysa bu sorunu aşmanın yolu özgür olmaktan geçmektedir. Ve ancak aklını kullanabilen insan özgür olabilir.

Düşüncelerimizin ve eylemlerimizin sorumluluğunu üstlenme cesareti gösterebilirsek diyorum belki insanlık adına bir adım atmış oluruz.