Dolar (USD)
35.06
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2957.39
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Kasım 2022

AKLIN MAĞLUBİYETİ

Hegel heyecanlı bir biçimde nesneler dünyasının tümüyle akılcılaştırabileceği; aklın kategorileri çerçevesinde açıklanabileceğini öne sürmekteydi. Özellikle modernitenin doruk noktasına ulaştığı 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başlarında “akıl çağı” nitelemesi yükselen bir kavram olmuştu.

Evrenin bu şekilde aklın kategorileri çerçevesinde düzenlenmesi, aynı zamanda gelecekte aklın kesin hakimiyeti ve daha iyi bir düzeni ima etmekteydi. Nihayetinde modernizmden sosyalizme kadar ideolojiler dünyanın geleceğinde birer ütopya tasarlamakta idiler. Sosyalizmden komünizme giden süreç, son tahlilde sınıfsız ve devletsiz bir toplum tasarımı ile insanlığın mutlak uyumuna doğru gitmekteydi. İlerleme düşüncesinin mitik karakteri, tarihin sonunda aklın nirvasını öngörmekteydi.

20. yüzyıl başlarında dünya konjonktüründe yaşananlar insanların çoğu zaman akılcı hareket etmedikleri, hatta nesnelerin ussallaştırılmasının gerçekleşmediğini tezahür ettirmişti. Bunun en bariz göstergesi, yaşanan iki dünya savaşıydı. Ölen milyonlarca insan bir yandan mutsuzluğun diğer yandan aklın dışına çıkışın bir göstergesiydi. Tüm bunlar evrensel bir akıl, bilim, düşünce fikrinin sorgulanmasına sebep olduğu gibi bütün meta anlatıları sorgulama başladı.

Aydınlanma düşüncesinin söylemlerinde öne çıkan anahtar kavramları hatırlarsak, özellikle üç kavramın altını çizebiliriz; akıl, hurafe, inanç (din). Elbette Aydınlanma’nın geriye bıraktığı bakıyeler sadece bu kavramlardan ibaret değil. Birey bunlara ilave edilmesi gereken diğer bir kavram. Fakat Aydınlanma aklı ve bireyselliğinin birbiriyle ilintileri içinde bugün büyük bir zafiyet geçirdiğini bilmekteyiz.

Akıl ve din arasındaki ilişkinin mahiyeti modern zamanlarda ciddi tartışmaların konusu olmuştur. Dinin aklın kategorileri dışında kaldığı ve irrasyonel bir alanı imlediği modern dönemde sürekli vurgulandı. Hatta modernitenin egemenliği üzerinden ekmek yiyenlerin hala vazgeçmediği ezberlerden birisi. Akıl ve din arasındaki ilişkide modernite dini kendi kategorileri içerisinde konuşmaya zorlarken (20. Yüzyıl boyunca dünyanın farklı yerlerinde dine muamelesine bakalım) totaliter bir tavır takınmaktaydı.

Şimdi post/modernlik hurafe ve inanç boyutlarını temellük etmeye çalışmaktadır. Geçmiş yüzyılda hurafelerin ayıklanması söylemi, şimdi post/modern hurafelere yerini bırakmıştır. Dine yancılık yapmaya çalışan televizyon programlarını burada hatırlamanın tam yeridir. Mistisizm yediren bu söylemler, post/modern hurafeleri yeniden yükseltmişlerdir.

Diğer yandan mitoloji de hayatın her alanına yeniden dönmeye başlamıştır. Bunun temel göstergelerinden birisi, yeni filmlerin büyük oranda mitik ögelere ciddi yer vermesidir. İkincisi de, şimdi bilimsel, akılcı vb. anlatımlar alıcı bulmamakta, her şeye hikaye yazılarak sunulmaktadır. Bu da postmodernliğin mitik, hurafeci, duygu yoğunluklu, retoriksel karakterlerine tümüyle dokunmaktadır.

Aklın post/modern durumu hakkında belki birbiriyle paradoks arzeden şu noktaların altını çizebiliriz. Birincisi, dünya sisteminin işleyişi bir üst akıl olarak son derece rasyonel bir şekilde devrededir. Bu aktörler karar alma mekanizmasının egemenleri olarak, kendi gelecekleri konusunda akılcı tutumlar göstermektedirler. İkincisi, dünya ölçeğinde geniş kitleler mitoloji, hurafe ile yüksek düzeydeki akılcılaşmanın geometrik düzleminde hareket etmektedirler. Kitlelerin akılcılaşmaya adım atmaları, dünya sisteminin zafiyet geçirmesine sebep olacaktır.

Burada en tipik olan dinin tavrıdır. Söz gelimi İslam paradoksal olarak dünyanın akılcılaşması için çaba göstermektedir. Peygamberler pagan kültürün mitik, hurafeci niteliğine ve insanları uyuşturan büyüselliğine itiraz etmişlerdir. Ancak kitleler mitolojinin konforlu alanından (çünkü hazır kalıp çerçeveler sunar) aklın inşacı alanına adım atmaktan korkarlar. Çünkü burada belirsizliği alt edecek bir gayrete ve geometrik alanı yeniden düzenleyecek bir akılcılaşmaya ihtiyaç vardır.