Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.70
Gram Altın
2954.39
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Haziran 2014

AKL-I SELİM'E İHTİYAÇ VAR

Diyarbakır Lice'deki olaylar ve Bayrak indirme meselesi Türkiye'de çözüm süreci, PKK, kürt partileri ile ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi. Özellikle Bayrak indirme olayı karşısında, iktidar ve muhalefetin yaklaşımları da doğrusu ayrı bir sosyolojik değerlendirmeye muhtaç.

Ben geçen sene Ağustos ayının sonunda "Çözüm Sürecinin Kırmızı Çizgileri" başlıklı Milat Gazetesi'ndeki köşemde bir yazı kaleme almıştım. Orada özetle, çözüm sürecindeki kırmızı çizgilerin neler olması gerektiğine dair değinilerde bulunmuştum. Doğrusu o değiniler güncelliğini korumaya devam ediyor. Bu açıdan bu barış sürecinin hangi temel zemin ve değerler üzerinden ilerleyebileceğine dair net bir çerçeve çizmenin zamanı gelmiştir. Bu yazıda birinci problemim bu olacak.

İkincisi de, yine geçen sene başında Umran Dergisi'nde kaleme aldığım "müslümanlığın etnisite ile İmtihanı" serlevha yazımdı. Burada da, barış sürecinin müslümanca bir dil üzerinden kurulmasının imkan ve gerekliliğine işaret etmiştim. Şimdi bu iki yazımdaki temel problemlerin ana tezini bugün yaşadıklarımızla bağlantılı olarak kısaca analiz edebiliriz.

Bir kere Bayrak ne anlama gelmektedir? Bayrak, Osmanlı'nın son dönemlerinden başlayarak Türkiye'de yaşayan ne kadar farklı etnik unsur varsa, onların elde kalan son müslüman memleketi kurtarmak üzere beraberce düşmanlara karşı çarpışmaları ve galip olmalarını simgeleyen önemli bir unsurdur. İşin ilginç yanı, kürtler de bu bayrağın göklerde dalgalanması için Türkler ve diğer unsurlarla birlikte savaşmışlardır. Bayrağın indirilmeye çalışılması, arada kurulmaya çalışılan tarihi ve dinsel bağları yok etmek demeye gelmektedir. Bu da çok geniş bir toplumsal duyarlılığı olumsuz yönde etkilemektedir.

Diğer yandan Türkiye toprak bütünlüğüne sahip bir ülkedir. PKK ve kimi partilerin Doğu ve Güneydoğu bölgelerini farklı bir biçimde isimlendirme talepleri, kesinlikle yanlıştır. Türkiye'nin tüm bölgelerinde Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplar zaten birbiri ile karışmış bir biçimde yaşarlar. Bundan sonra Türkiye'nin bölgelerini etnik çoğunluklara göre tanımlamak, şiddet ve tartışmadan başka bir şey getirmez. Ayrıca bölge belediye başkanlarının, bölgedeki zenginliklerden extra pay istemesi, etnik ayrımcılığı daha da körükleyen bir taleptir. Bundan dolayı, Bayrak, toprak bütünlüğü sürece dair kırmızı çizgilerin başında gelmelidir.

Bu zamana kadar yaşanan sorunlar; şiddetin giderek artması ile meydana gelmiştir. Geçmiş zaman boyunca bölgede Kürtler, karşılaştıkları şiddete bir takım şiddet oluşumlarıyla karşılık vermişlerdir. Aslında burada "şiddet şiddeti besler" kaidesi ve mantığı işlemeye devam etmektedir. Bu bağlamda ne kürtlere yapılan şiddeti ne de kürtlerin şiddetini tasvip etmek mümkün değildir. Dolayısıyla acilen yapılması gereken şey, şiddet dilinin değiştirilmesidir. Doğrusu, karşılıklı şiddet dili beslendiği sürece, bu sorunların karşılıklı şiddetten kurtulamayacağını söylemek kehanet olmasa gerektir.

İşte tam da bu noktada, marksist ve ulusalcı dillerin dışına çıkarak bir barış dili inşası gerekmektedir. Bunun için farklı etnik gruba ait entelektüellerin ama akl-ı selim entelektüellerin oturup konuşmasına ihtiyaç vardır. Yani "suistimal edici", "hele bir bakalım", "nereye kadar giderse" zihniyetinden kurtularak, sivil bir platformla yeni bir konsept üzerinden gidilmelidir. Yeni konsetp; bu ülkede yaşayan ve buranın vatandaşı olan herkesin temel hak ve özgürlüklerden istifade etmesinin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Kimsenin kimseye hak bağışlaması bir lütuf değildir. Aslında kürtlerin sürekli hak isteyen talepleri, şikayet ettikleri patronaj ilişkilerini tekrar üretmektedir.

Dolayısıyla toplumumuzun tarihi ve sosyolojik imkanları düşünüldüğünde, bu zamana kadar uygulanan ve şiddetten başka bir şey doğurmayan dillerden farklı olarak İslam'ın bir imkanı içinde barındırdığını görebiliriz. Diyarbakır'ın Ulu Camisi, dört mezhebe göre namaz kılınan bir yerdir. Biz camilerde, beraber müslüman kimliğimizle kardeşçe duygular yaşıyoruz. Dolayısıyla bu barış dilini daha kuvvetli vurgulayacak sivil entelektüellere ihtiyaç var. Böyle akl-ı selim entelektüeller de var. Şayet yoksa, sonuç istiyorsak o kıvama gelinmelidir.