Akışın kendisi olmak
Tecrübe;
geç kaldığımız, yetişemediğimiz ders gibidir. İhmale, olmadı ikmâle
kaldığımız.Şimdiki aklımız hiçbir şimdi'de olmaz. Gün; düne, evvelsi güne ve
yarından sonraya bölünür durur.
Akşama
doğru tükendiğimiz, ağırlaşıp uyuduğumuzda adeta öldüğümüz, kalktığımızda olay
olaya, nefes nefese olduğumuz, kahvaltı yaparken tat aldığımız, çayımıza
muhabbet kattığımız, çoluk-çocuk, eş dost hop oturup hop kalktığımız bu pek
hareketli oyunumuz, bir salada mahzunluğu veya bir düğün halayı oluveren,
elimizi yaktığımız, parmağımız kesilince içimizin cız ettiği, evlat
büyüttüğümüz, sınav kaybettiğimiz, düzenli fatura ödediğimiz, düzenli
ödemeyenlerin affında herkesten daha salak olduğumuzu iyice anladığımız, borca
düşüp sıkıldığımız, yetirip artırdığımız veya artıramadığımız bir
hayat...Karmakarışık bir seyir. Fakat işte kendi zamanında ve yerinde, ağır
ağır veya hızla ama kendi ecelinin yatağında akan bir ırmak... Farkında
olmadan, samimi ya da mecburi yapay ama bizim oynadığımız, teklifsiz başrolü
kaptığımız bir seyir.
Hayatımız...
Bize göre biçildiği, makaslandığı halde bizden ayrı da yürüyen müstakil bir
yoldur.
Kendi
tecrübelerimizi başkaları için biriktirmek yerine henüz yaşanıyorken tadını
çıkarmaktan yana bir bilinç koysak diyorum. Hayatlarımızı daha çok yaşamış
olmanın yolu biraz da burada sanki, hissediyorum.
Bazen
öylesine kıyaslı bir şekilde, bütün zıtlıklarıyla kol kola yürür ki üstümüze.
Yaşanmış başka her şeyi alt eder ve “O da bir şey mi?” dedirtir.
Bir
gün pencere önünden baktığınızda görebileceğiniz şey şudur:
Sağınızdaki
sokak cenaze kaldırıyordur. Cenazeye karışan bir zımbırtının kaynağını
şaşkınlıkla arıyorken, gözleriniz solunuzdaki sokağa düşer. O sokakta ise düğün
vardır.
Kent;
gereksiz çokluktan mıdır nedir, birliğe karşı daha sert, acımasız bir iklime
sahiptir. Taşra daha farklı. Fakat hangi ırmağın/zamanın yatağını seçmişsek
akmak için bu seçimimize talim yapacağız ille. E işte her nerede olursak
olalım, illa herkesin yaşadığı şeydir hayat dediğimiz, cümlesini yutkunurken
görürüz zamanı. Olay neyse odur der. Olgusal düşünmeye zaman yoktur ilkin. Hareket
halindeyizdir. Sırada başka olay vardır ve birikmiş dalgalar bekleme yapma der
gibi acele ettirmektedir. Yaşadığımızın tesiridir vaktin tadı aslında. Fakat bazen
öyle hızla arka arkaya olaylanır ki zaman, yaşananların tesirleri bile tehir
edilir. Hafızaya kaydedilir ve başka, daha sakin zamanlarda etkileri
hissedilmeye, anlaşılmaya çalışılır. Hususi tecrübe dersleri çalışılır.
Tecrübesizlere aktarmak üzere belleklerde tutulur. Sanki onların da kendi sinopsisleri, öyküleri, olayları olmayacakmış
gibi…
Bugün
aklıma yukarıda anlattığım o gün geldi. Sala ile halayın neredeyse aynı zamanı
paylaşma cüretine tanık olup, kefeni fırfırlı, gelinliği dikişsiz halde olmadık
hayaller gördüğüm o gün...
Kimi
sokaklarında dünyanın eh işte "bayram" var.Kimi sokaklarında ise
hüzün. Fakat işte hayat böyle. Kederin sevinçle ılıştırılmış hali. Neşeli
hüzün.
Ve
eğer her tadı ayrı ayrı yudumlar, bizzat tecrübe edersek çok renkli de bir şey…
Biriktirirken yaşadığımızı hissedemeyecek kadar, aktarma amaçlı biriktirmeye
çalışırsak demiyorum.
Mesela
bir başka gün hatırası da hafıza kayıtlarından kalemin ucuna düştü şimdi. Bir
gün Bayezıt’ta,bit, pire vesaire sergileri arasındayız. İnsanların evlerine
girmiş de çekmecelerindeki hatıraları kurcalıyor gibiyiz. Gözlerimiz tecessüs
dolu, dolaşıyoruz. Sıfırcılar aniden ikinci elci’lere “Zabıta geliyor!” diye
şaka yapınca ortalık kıyamete döndü. Tam o sırada, o kargaşa anında eski bir
şekerlik maşasının iki lira olduğunu duyunca pahalı bulan bir alıcı pazarlığa
durdu. Fakat o hengameye rağmen satıcı dik durdu ve indirim yapmadı. Maşayı
almaya karar veren alıcıya maşayı uzatırken, maşa kırıldı. O sırada satıcı
mahcup gülerken, alıcı da “Demek ki iki lira çokmuş!” deyiverdi. Bu olaycığa
tanık olan herkeste bir gülmece…
Hayat
bir hengâme. Hengâme eğlencesi de öte yandan.
Öyleyse başkası için erken, kendimiz için geç kalan tecrübeleri bir ezber gibi tutmayalım hafızamızda. Hissedip kendi vaktinde yaşamaya bakalım. Kendine has, henüz bozulmamış tadında… Biraz teslim olalım "olan"a... E bazen de akarsa akalım. Durursa duralım. Biraz da herkesin tecrübesi kendine. Herkesin hayatı kendine özgü demeyi bilelim.