Akıl ve Zihnî Eylemler
Akıl, Hakîm olan Allah’ın yarattığı ruhanî ve nurani bir cevherdir. O aynı zamanda kalpte var olarak doğru ile yanlışı birbirinden ayıran bir nurdur. Bu düşünme nuru ki, insan bedenine yön veren ve tasarrufta bulunan maddeden soyutlanmış bir varlığı simgeler. Fikir, tefekkür, düşünce onunla hayat bulur.
Akıl, nefis ve zihin, Seyyid Serif Cürcanî’ye göre (‘akıl’ mad., mad., Tâ’rifât Tasavvuf Istılahları, haz: A. Acer, İstanbul 2014), amaçlar itibariyle aynı şeylere işaret eder. İdrak etme yönüyle akıl, tasarrufu itibariyle nefis, kabiliyeti (istidadı) yönüyle de zihin olarak kabul edilmişlerdir.
Kendisiyle varlığın hakikatini düşünen aklın merkezi hususunda, kafa/beyin ve kalp olduğu yönünde farklı düşünceler bulunmaktadır. Ancak akıl kelimesinin kökenine bakan dil bilimciler, ‘Arapça’da ‘devenin ayağını bağlayamaya yarayan bağ’ olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu bağ (akıl), sahibi olduğu kişileri doğru yoldan sapmaktan alıkoyar ve korur. Nihayetinde akıl, nefis ve kalple birlikte hakikat ve erdeme yol gösteren eşsiz Rahmânî hediyelerdir.
Rehberliğinin yanında akıl, insana özgü bir bilme ve bilgi edinme vasıtasıdır. Bilmenin her türlü faaliyeti için akıl, irade edildiğinde kullanılan yalnızca insana bahşedilen bir hazinedir. Onunla varlığın hakikati kavranılır; merak, kaygı, şüphe giderilir ve müspet eleştiriye kapı açılır.
İnsanı diğer canlılardan farklı kılan akıl, bu ayrıcalıklı yönüyle aynı zamanda kişiye sorumluluğu yükler. Sorumluluk; temyiz, düşünme, anlama ve algıma güçleriyle zemin kazanır. Böylece akıl, bilgiyi elde etmeye/kabul etmeye hazır olan güç konumuna geçer.
Bilgiyi üretmenin en önemli aracı olarak akıldan daha değerli bir şey yaratılmamıştır. En güzel şekilde yaratılan insanoğluna, mükemmellik akılla takdim edilmiştir. Bu aklî kemalât, kullara dosdoğru yolu gösterir ve aşırılıklardan onu koruyarak fazilet mertebesine yükseltir. Akıl bu açıdan beşeri, imanî olgunluğa taşır; dininde de istikamet üzere bir dereceyle mükafatlandırır.
Alîm olan Allah’ın vahyettiğine göre, imanî kemalin ve ahlâkî takvanın en yüksek mertebede olması beklenen âlimler, herkesin aklemediklerini fehmeden seçkin kullardır. Akıl; hafıza, bellek, zihinle bilgiyi tutar, alıkor, korur ve ona yapışarak bunları ister ve ona yönelir. (Râğıp el-İsfahanî, ‘akıl’ mad., Müfredât, çev: Yusuf Türker, 5. Baskı, İstanbul 2018)
Nihayetinde akıl, insanın kendi davranışlarını tanımasına, bilmesine ve değerlendirmesine yarayan yeteneğidir. Daha doğrusu insanın kendini bilmesini, böylece Yaratan’ını bilmesini sağlayan bir vasıtadır.
Beyin, dimağ, havsala, kavrayış, natıka, us gibi anlamlar aklın eş anlamlı isimlendirmeleridir. Onlara bellek, hafıza, düşünme ve kanaati de eklemek mümkündür. İdrak, anlayış, feraset, basiret, müdrike, müfekkire, hatta muhayyile aklın gerçekleştirdiği yüksek düzeyli zihnî eylemlerdir.
Bunlardan basiret, hikmet, adalet ve cesaretle birlikte dört ana erdemden birisidir. ‘Bir şeyin iç yüzüne vakıf olma”yı ifade eden basiret, hakikati keşfetmek, doğru yolu tanımak ve gerçeği yanlıştan ayırmak gibi anlamlara karşılık gelmektedir. Basiret aynı zamanda her şeyi gören el-Basîr’in kulları üzerine tecellisi olarak kabul edilmiştir. Basireti bağlanmış kişiler, kör olarak nitelendirilir. Yani bir anlamda akıl gözü ve kalp gözü kapanmış ‘kalpleri olup da bununla idrak edemeyenler’ olarak görülmüşlerdir.
Gözler uyusa da, kalp ve akıl uyumaz. Dolayısıyla basiret, Allah’ın akıl ve kalbine nakşettiği bir nurdur. Basiret, kardeşi ferasetle birlikte Allah’ın nuru ile bakışı ifade etmektedir. (Süleyman Uludağ, ‘basiret’ mad., TDV İslam Ansiklopedisi) Feraset de, ‘insanların, varlık ve olayların iç yüzünü keşfetme, gelecek hakkında doğru tahminlerde bulunma melekesi’dir.