Âkil ve Şaşkın
Davranışların doğru ve yanlışlığını akıl test eder. Onun için âkil kimse, gittiği yolun yanlışlığını görüp de hatasını düzeltendir. Yine o yapması gerekeni unutup da -gecikmiş olsa da hatırlayıp- eyleme geçendir.
İstikamet üzere olan âkil, aklıyla güzellik, çirkinlik, kemâl ve noksanlık sıfatlarını idrak eder. Yine âkil, her yaptığı eylemde doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayırt etme yetisine sahip olan kimsedir. (Dinî Kavramlar Sözlüğü, komisyon, İstanbul 2009).
Âkil insanın karşısında, şaşkınlık yaşayan ve aklî karışıklıklar içerisinde bulunan düşünemez hale gelen kimse bulunmaktadır. O, karşılaştığı veya muhatap olduğu kimsenin makul ve mantıklı olmayan önerisi karşısında, akıl tutulmasına düşerek muhakeme etmeden onu hemen kabul eder.
‘Düşünceleri dağılmış, karışmış, ne yapacağını bilemez duruma gelmiş’ olan şaşkın, olayları soğukkanlı ve ferasetle değerlendiremez. O anlık tepki verir, verdiği karşılığın farkında değildir. Sistematik düşünemeyen şaşkın, fikirlerin karışıklığı içinde rotası ve istikameti kaybeder. Basiretle hareket edemeyerek, yönünü tayin edemez. Onun, vahyin kılavuzluğu eşliğinde akıl limanına ulaşmaktan başka çaresi yoktur.
Akıl ve vahyin mihmandarlığına giren şaşkın, öncelikle sükûnet ve dinginliği elde eder. Sonraki aşamada sabır, metanet, ferasetle, hedef ve amaçlarını belirler. Olayların sebep ve sonuçları arasında bağlantı kurarak, gelişebilecek hadise ve imkanlar konusunda öngörülerde bulunur. Nihayetinde muhtemel tahminleri, şaşkını, hakikat ve varlığın iç yüzünü keşfetmeye götürecektir. Orada hidayetin nuru ve bereketiyle bir iç aydınlanma yaşaması imkân dahilindedir.
Akıl ve hikmetle ruh dinginliğine erişen şaşkın, artık kendini bilerek ve tanıyarak, Rabb’ine kavuşmanın manevî lezzetiyle düşünme aşamasına yükselir. Tevhid ve tefekkürün ışığıyla şaşkın, Kur’ân’dan aldığı feyzin bereketiyle akıl ve kalp sağlığına kavuşur.
Diğer taraftan akla yatkın ve ona uygun her fikir ve eylemin doğruluğunu kabul etmek gerekir. Aklın emrettikleri karşısında kalbin hakem olması vicdan ve adaletin gereğidir. Akıl katında bulunmak, akıllı ve mantıklı davranmakla gerçekleşir. Denilir ki, aklın yolu birdir. Aklın kabul etmediği bir husus, dalaleti getirir. İnsanlar da ‘dalalet üzerinde bir araya gelmez/birleşmez.
Akıl dalalete düştüğünde vahiyle istikamet bulur. İnsanlık tarihi ve peygamberler halkası bunun örnekleriyle doludur. İyi, doğru ve âdil olan hususunda, hemen hemen herkes bir noktada buluşarak aynı kanaate ulaşabilir. Düşünce ve eylemdeki olgunluk da bu noktada aranmalıdır. Bilgi, akılla ortaya çıkar, zihinle gelişir, kalple kemale erer ve faydalı olur.
Faydalı bilgiyi talep eden Allah’ın Elçisi (s) nezdinde, ‘kişiyi ayakta tutan aklıdır.’ Onun için ‘aklı olmayanın dini de yoktur. (Camiü’s-Sağir, 4: 528 (H. No:6159) İnsanlar dünyada akıllarıyla üstünlük kazanırlar. Allah’ın bahşettiği selim akıl nispetinde ibadetler zenginleşir ve salih fiiller/ameller oranında mükâfatlandırılırlar.
Şu halde aklı kullanmak, imanın gereğidir. Günahkarların ‘Biz aklımızı kullanmış olsaydık bu cehenneme düşmezdik’ (Mülk, 10) feryadı iki alemde yankılanacaktır.
Akıl, iman ve ibadeti güçlendiren ışık ve nurdur. Allah’tan en çok korkanlar, akıllarını kullanan âlimler ve bilginlerdir. Nitekim Maverdî’ye atfedilen bir söz der ki: Akıl, din ve ilim, insanı şeref ve izzet sahibi yapan üç yüce olgudur. Dolayısıyla Allah, din ve ilmi akıl sahipleri için birer yol gösterici olarak işaret etmiştir. Onların reisi ise, vahiydir.
Akıllı kişi, Yaratan’a inanarak peygamberlerin getirdiğini kabul edip erdemin yolunu tutan eylemleri işleyen kimsedir. Yine âkil kişi Kutlu Nebi’nin (s) ifadesiyle “nefsini kontrol altına alıp, ölümünden sonraki ebedi hayat için hazırlanan kimsedir." (İbn-i Mace, Zühd, 31).