Akıl Tutulması
Frankfurt Okulu’nun kurucusu ve önde gelen isimlerinden biri olan Max Horkheimer’ın temel kitaplarından biridir Akıl Tutulması. Yazarın 2. Dünya Savaşı esnasında kaleme aldığı ve sürgününe, Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmesine sebebiyet veren bu kitap aynı zamanda Batı’da aklın serüvenini, özgürleşme çabasını, hurafelere, batıl inançlara, sapkınlıklara yönelik muhalif tutumunun tarihini ve ardından sulandırılarak nasıl da ya onların bir parçasına veya oyuncağına dönüştürülüp rezil rüsva edildiğinin hikayesini anlatmaktadır. Nasıl olur da onca badireyi atlatan, koca bir Ortaçağ ve onun yedeğine aldığı kirli düşünceleri yerle bir eden, insanın ve insanlığın tahtına kurulan akıl, günün birinde insanı insana ve insanlığa düşman hale getiren en güçlü araca dönüşür? Nasıl olur da akıl aklın bizatihi düşmanı haline gelir? Nasıl olur da akıl insanı yüceltmenin en önemli yapı taşıyken bir anda onu aşağılamanın, metalaştırmanın misyonerliğine soyunur? İnsanın o en nadide, en muhteşem, en değerli, kendisine Tanrı’yı bile kavratan en özel yeteneğinin merkezi, düşüncenin varlık gerekçesi olan akıl nasıl olur da akıllıca tasarlanmış cinayetlerin, kitlesel ölümlerin vesilesine dönüşür? Nasıl olur da Aydınlanmanın kendisi bile mitolojileşir, insanın düşmanı haline gelir ve karanlığa yönelttiği silahı bir anda insanın alnına doğrultmakla kalmaz, bütün çekirdekleri birbiri ardına boşaltır? İşte 1930’lu yılların başından itibaren özellikle 1. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinin çetelesini tutmak ve bunda modernleşmenin, Batı Aydınlanmasının, Kapitalizmin rolünü ortaya çıkarmak amacıyla toplanarak modern dünya görüşüne yönelik sayısız eleştiri geliştiren ve bir adı da Eleştirel Düşünce olan Frankfurt Okulu’nun ve onun mensuplarından birinin, yine aynı istikamete yönelmiş bu harika kitabı da “akıl tutulması” üzerinden benzeri bir eleştiri alanı inşa etmektedir. Dünyada ve ülkemizdeki son gelişmelere baktığımızda, ondan yaklaşık yüz yıl sonra da Batı Cephesi’nde Yeni Bir Şey olmadığını gösteren ender kitaplardan biri olan Akıl Tutulması yalnızca çağları aşan özelliğiyle değil bir insandan ötekine, bir coğrafyadan diğerine de değişen hiçbir şeyin olmadığını, aklın aynı akıl olduğunu, tutulmanın da zaman ve mekan tanımadığını bir kez daha yüzümüze haykırmaktadır.
Tutulum bir
anlamda felçliğe vurgu var. Vücudun her hangi bir yerinde şu ya da bu sebepten
yaşanan tutulum tam da orayı, etkiye maruz kalan bölgeyi tamamen işlevsizleştirir,
devre dışı bırakır, sanki yokmuş gibi hissettirerek parçayı bütünün dışına
atar. Ancak vücudun eyleyişe uygun hatlarının tutulması ile aklın tutulumu
arasında şöyle bir fark vardır: El, kol, hatta yüz hatları tutulduğunda
(felçlik) sadece oraya, tutulan organa yönelik bir işlevsizlik söz konusu
olurken akıl tutulmasında benliğin bütün parçaları, varoluşu oluşturan neredeyse
bütün kudret alanları kilitlenir. Üstelik bu, aklı tutulanın güç kullanımına,
gücün potansiyel etkisine göre tahribatı genişletir, çoğu zaman da kitlesel bir
hale getirir. Tam olmasa da Türkçedeki karşılığı “basiret bağlanması” olan akıl
tutulması sadece geleceği görememeye vurgu yapmaz, aynı zamanda şimdiye yönelik
ciddi bir tahribat riskini de barındırır ki kelimenin bozucu etkisi basiret
bağlanmasına göre çok daha şiddetlidir. Akıl tutulması yaşayan birinin saçtığı
dehşet, basireti bağlanan birinden çok daha tahripkardır.
Akıl tutulması
bir tür zihin körlüğüdür. Körlük biçimlerinin hemen hepsinde olduğu gibi mesafe
kaybı kişiye içinde bulunduğu uzamın boyutlarını kaybettirir ve ona dengesini
yitirterek bırakın belli bir istikamete yönelmesini, hareket etmesini bile
zorlaştırır, hatta büsbütün ortadan kaldırır. Böyle bir durumda aklınız size
rehberlik edemeyeceği için ortaya kendilerinde akıl olduğu varsayılan yığınla
insan ortaya çıkar ve sizi yönlendirmeye çalışır. Aklın grameri bozulunca
kaosun kuralları devreye girer. Akıl tutulması da diğer körlükler gibi insanı
yön kaybına uğrattığı için kim nereye çekerse oraya gidersiniz ve her
gidişinizin muhakkak bir dönüşü olur. Burada artık akıl tutulması yaşayan
kişinin kendine ait bir iradesi yoktur. Tekil ve merkezi irade devre dışı kalıp
da onun yerine sayısız irade aynı yere –ve yıkmak için- toplanırsa artık
istikametten değil birbiriyle sayısız kez çakışan ayak izlerinden ama bir arpa
boyu gidilmemiş yollardan bahsetmek daha doğru olur.
Horkheimer,
eserini sadece Almanya ve onu yöneten sınırlı sayıda bir kadro için yazmamıştı.
O, akıl tutulması tabiriyle başlangıçtan itibaren sürekli yol değiştiren, her
makas değişikliğinde kendi istikametinden şaşarak varoluş ilkesine aykırı
biçimde sağa sola yalpalayan, her an insanlığın üzerine yürüyerek onun
pestilini çıkarma riski taşıyan bütün öğreti ve süreçleri kast etmişti. Geride
kalan 1. Dünya Savaşı ile ayak sesleri duyulan 2. Dünya Savaşı’nın şahsında
insanı ve insanlığı uçuruma sürükleyen bütün süreçleri ve onların gerisindeki
tutulmuş zihinleri, zihniyetleri kast etmişti. O kibirden, elde ettiği bilimsel
ve teknolojik başarıdan dolayı dünyanın tamamını midesine indirmek isteyen
Almanya’ya ve onu yöneten kadrolara değil aynı kibri yaşan bütün ülkelere,
bütün liderlere, mahfillere, ortamlara, söylemlere işaret edecek biçimde
konumlandırmıştı söz grubunu. O, güç zehirlenmesinin de mutlak iktidarın da
öfkeyi kışkırttığını, öfkenin akıl tutulma biçimlerinin en tehlikelisi olduğunu
biliyordu. Bu üçünün yan yana gelişinden, güç zehirlenmesi, kibir ve mutlak
iktidarın aklı perdelemesinden daha tehlikeli bir şey tahayyül etmiyordu. Eserden
çıkarılacak ders çok açık: Birey ve toplumlar için akıl tutulmasından daha
büyük bir bahtsızlık yoktur. Buna bir de mutlak güç eklenince sahnedeki oyun
kendiliğinden drama dönüşüyor.