Akıl, kalb ve Hakim Tirmizi
Hakim Tirmizî’nin “KALBİN ANLAMI” adında hacmi küçük olsa da muhteşem bir eseri var. Tirmizî (rh), insana gelen bilginin geçirdiği yolculuğu (mertebeleri), insanın anlama, kavrama serüvenini, bilgiyi işleme ve bilginin insanda yer edinmesi ile birlikte insanda meydana getirdiği taakkul (akletme) ve tahalluk (ahlaklanma) mertebelerini konu edinmiş.
Hicri
3. Yüzyılda yaşamış olan Hakim Tirmizî, Kutub-i Sitte
olarak bilinen 6 Sahih Hadis kaynağından biri olan Sahih-i
Tirmizî’nin müellifi bir alim. Türk olan bu büyük deha maalesef bizde sadece
Muhaddis kimliğiyle biliniyor.
Tek
kelimeyle söylersek gerçekten de alanında muhteşem bir eser!
Kitap, tümü kalb
adı altında toplanan sadr,
kalb, fuad ve lübb gibi kalbin mertebelerinden bahsediyor.
Bilgilerin insana ulaşması sürecinde nelerle
karşılaştığını, bu bilgilerin hangi “kontra-bilgiler”*ile
karşılaşıp “etkisiz kılınmaya maruz kaldığını ve kalabileceğini” konu
edinmiş.
Tirmizî,
bilginin insanda çeşitli mertebelerde bulunabileceğini söyler. Bu
mertebeler, derinliğine göre bilgi sahibini etkileme gücüne
sahip olduğu için çok önemlidir.
Kimi
sözcükler, kavramlar anlam akrabalığı taşıyabiliyor. Her ne kadar
yakın anlamda (akraba anlam) olsalar da bu
sözcüklerin anlam farklılıkları
anlama zenginlik ve derinlik katar, kişiye yeni ufuklar
kazandırır.
Sadr,
Kalb,
Fuad,
Lübb gibi farklı
anlamlara sahip oldukları halde bizde tek anlama sıkıştırılıp anlam
dünyası daraltılan kavramlar kitapta detaylı bir şekilde işlenmekte. Zaten
kitabın tam adı da “Beyanü’l-fark beyne’s-sadri ve’l-kalbi ve’l-fuadi ve’l-lübbi”dir.
Hakim
Tirmizi’nin, Kur’ân-ı Mubin’de bazen ayrı ayrı, bazen
de aynı bağlamda geçen sadr,
kalp, fuad ve lübb gibi kelimeleri bağımsız ele
almasının bir diğer sebebi de, bu
vesileyle essah bilgiye, bu bilgiden hareketle ahlaki davranışa
sahip olmaya ve dolayısıyla bilgi/taakul ile
ahlaklanma/tahallukta en yüksek mertebeye ulaşmayı hedefler.
Tirmizî’nin bu metodu
kalbin anlamına da uygun düşüyor. Nitekim Arapça bir kelime olan ‘kalb’ sözlükte
bir halden başka hale dön(dür)me, dönüştürme anlamlarına
gelmektedir. Takdir edersiniz ki ‘kalb’ derken göğüs
kafesimizin arkasında bulunan ve çok önemli bir organımız olan
kalbi değil, aklın yerine kullanılan ve mertebeleri bulunan ‘meleke’yi kastediyoruz.
Tirmizî, bilginin önce sadra
geldiğini, burada karşılaştığı doğru, yararlı ya da olumsuz,‘kontra-bilgi/haber’ yüzünden bu
bilginin kalbe ve diğer mertebelere geçip geçmeyeceğini
söyler. Konuyu bir örnekle açıklarsak;
Mesela “Besle
kargayı, oysun gözünü”atasözünü duyan ve bunu, “İyilik yaparsan,
iyilik yaptığın kişinin ihanetine uğrarsın” olarak anlayan kişi ‘kontra-bilgi” edinmiş
olur. Daha sonra ‘iyilik’ yapmamız gereken durumlarda
aklımıza gelen bu atasözünden dolayı,
yani sadrımızı baskılayan bu bilgiden dolayı
iyilik yapmaktan vazgeçiyoruz.
Sadr, bilginin ilk uğrağıdır
ve en korunaksız mertebedir. Çünkü sadra gelen bilgi ‘filtreden’ geçmiyor. Şayet sonraki
merhalelerde bulunup sadra olumlu anlamda etki eden güçlü ön bilgi
yoksa, sadrın olumsuz bilgiden etkilenmesi ve kalbi bu bilgiye
karşı zayıflatması söz konusu olabiliyor.
Sadra gelen bilgi mertebe
mertebe ilerler ve nihayet “lübb”de kemale erer.
Kur’an-ı Kerim’de en yüksek
mertebenin lübb olduğunu görüyoruz. Ayetlerde, ‘Ulu’l elbab’ olarak
geçen ve derin kavrayış olarak tercüme edilen mertebeyi
Hakim Tirmizî, ‘kavramanın en güçlü mertebesi’ olarak kabul
ediyor.
Kitabın özetinin özeti
böyle, hacmi küçük dediğime bakmayın. İlgiliyseniz, çok derin olan
bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.
*Kavram/sallaştırma bana
aittir.