Akıl, ahlak ve vahiy
Korona karantinası vesilesiyle bende biraz daha kitaplarla vaktimi değerlendirme imkânına kavuştum. Bu vesileyle elimde bulunan ve son derece istifade ettiğim bir kitabı sizlerle paylaşmak istiyorum.
İsmi “Bilgi Ahlaktan ayrıldığında” yazarı Taha Abdurrahman. Pınar yayınlarından neşredilen kitap düşünürün değişik söyleşilerinin bir araya getirilmesi ile hâsıl edilmiş bir eser.
Faslı düşünür bende çok iyi bir filozof olduğuna dair güçlü bir intiba bıraktı. Kitaptaki söyleşileri, müellifi olduğu birbirinden kıymetli eserleri hakkında kendisi ile yapılan mülakatlardan müteşekkil.
Evvela iki tamlamasını aktarayım. İlki “ doğruluk Krizi” düşünürün bununla kastı bilginin ahlaktan ayrılması; diğeri ise “amaç buhranı” bundan kasıt da aklın gaybi olandan ayrılması.
Abdurrahman üzerine basa basa insanın, insanlığını belirleyen unsurun “akılcılık” değil “ahlak” olduğunu vurgular. Zira insanın bütün eylemlerini- ki aklın eylemleri de buna dâhildir -ahlakın kapsama alanı dâhilindedir.
Ona göre ahlak dışılık, insan dışılıktır. Lakin akılcılık böyle değil. Günümüzde akılcılığın insan hayatında sebep olduğu zarar ve erozyonlar hatırlandığı zaman kendisine hak vermemek elde değil.
Düşünür ahlaki değerlerin, insanın dışında başka bir âlemde var olan ideal modeller gibi anlaşılmaması gerektiğini tembihler. Onun bu sözü aklıma Platon’un varlık anlayışını getirdi. Platon varlığı iki düzlemde ele alır ideler âlemi ve görünür âlem. Tanrı, ideler âleminden aldığı öz ile maddi âlemde varlıkları meydana getirmiştir. Mesela kusursuz bir ağaç idesi vardır. Bundan ilhamla yeryüzünde pek çok farklı farklı ağaçlar yaratılmıştır.
İşte ahlaki değerler böyle farklı bir âlemde “var” değillerdir. Peki neredeler? İnsan ruhuna yerleşmiş vaziyette yani insanın dışından gelen bir eklenti değil, ruhuna işlenmiş somut manalardır, ahlaki değerler.
Ya vahiy, bu denklemde vahyin işlevi ne? İnsanın bu manevi hakikatler üzerine yaratıldığını ona hatırlatmak. Kısacası Allah “vahiy” vasıtasıyla insana ruhuna yerleştirmiş olduğu değerleri hatırlatmaktadır.
Taha Abdurrahman kalp- akıl ilişkisine de değinir. Bunun için evvela aklın bir cevher olmadığının önemine değinir. Yani Antik Yunan’da ki ifadesi ile “logos” olmadığıdır ifade etmek istediği. Kendi deyimiyle “akıl kendinden başkasına ihtiyaç duymayan, kendi kendine yeterli, kendi zatında kaim bir cevher değildir”.
Kur’an aklın kaynağının kalp olduğunu bildirir(Hac. 46) . Buradan hareketle yazar “gaye” ile gayeyi sağlayacak “vesile”yi birbirine bağlayan aracın “akıl” olduğunu söyler.
Bu işleyişte asıl olanın “gaye” olduğu, gayeyi belirleyenin de insanın kalbi olduğu açıktır. Muharrik güç olan “kalp” tek halde kalmaz, döner durur. Bir durumdan diğerine geçer Akıl da buna bağlı olarak dönüşür.
Kalpten neş’et eden gayelerde ya iyidir, ya da kötü; ya yararlıdır ya da zararlı; ya güzeldir ya da çirkin.
İşte ruhtaki manevi değerler ve vahiy ile kalbini kontrol altında tutan insanlar ve bu insanlardan oluşan toplum ve medeniyet günümüzün en büyük eksiği değil mi?
Filozofumuzun akıl hakkındaki sözlerini okuyunca Charles Taylor tarafından kaleme alınan “Modernliğin Sıkıntıları” isimli kitabının hemen başında dile getirilen üç modern sıkıntıyı anlatırken demek istediklerini daha iyi anladım. İlki amaçsızlığı doğuran bireycilik; ikincisi araçsal-akıl; üçüncüsü ise bunlara bağlı olarak özgürlüğün yitimi, yani yumuşak despotluk üzerine kurulmuş olan siyasal düzlem.
Pınar yayınlarına teşekkür ederken Türkiye’nin tefekkür hayatının Taha Abdurrahman’dan daha fazla mahrum kalmaması için Faslı düşünürün diğer kitaplarının da bir an önce tercüme edilerek yayımlamasını talep ediyorum