Akademinin değersizleşmesi
Şu günlerde üniversite yerleştirilmelerinin açıklanması ve bazı bölümlerin hiç tercih edilmemesi bazı tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu durum -daha önce kısaca baktığım- hukukçu akademisyen Kemal Gözler’in “Akademinin Değersizleşmesi” üzerine başlıklı yazısını daha dikkatli incelememe neden oldu. Öncelikle bilim insanlarının böyle incelemeler hazırlamasının faydalı olduğu düşüncesindeyim.
Akademi
Bilim, edebiyat ve sanat konularını tartışmak için bir araya
gelen üyelerin oluşturduğu kurumlara akademi denilmektedir. Akademi adı, Atina
yakınlarındaki Akademeia adlı bir zeytinlikten gelir. Bu zeytinlikte Eski
Yunanlı düşünür Platon, matematik, doğa bilimleri ve yönetim biçimi gibi
çeşitli konularda öğrencilerine ders vermiştir.
Akademiler, üniversitelerden az da olsa farklıdır. Ülkemizde
üniversite öğretim üyelerine akademisyen denilmektedir. Ülkemizde TÜBA gibi
kurum var olsa da, akademik dünya denilince üniversiteler akla gelmektedir.
Hâlihazırda Türkiye’de 207 tane yükseköğretim kurumu vardır. Bunlar devlet
üniversiteleri (129) ile vakıf üniversiteleri (74) ve MYO (4) statüsündedir.
Cumhuriyet kurulduğunda tek olan (İÜ) üniversitemizin
ikincisi 1944’te (İTÜ) açılmıştır. Son yıllarda sayıları hızla artmıştır. Bu
artış “Akademinin Değersizleşmesi” başlıklı (bk. http://www.anayasa.gen.tr/degersizlesme.htm)
makalelerde irdelenmiştir. Önce Sayın Kemal Gözler’in yazısında bir alıntı
yapalım:
“Üniversite kavramının değersizleşmesi çok değişik açılardan
incelenebilir. Türkiye’de tam anlamıyla bir üniversite enflasyonu var. Bu kadar
çok sayıda üniversite bulunması üniversite kavramını değerden düşürüyor.
Türkiye’de en olmadık yerlerde, derin taşrada, köylerde üniversite levhalarıyla
karşılaşıyorsunuz.”
Sayın Gözler, sayının çok olması ve her yere üniversite
açılmasından şikâyetçi olmaktadır.
Üniversite sayısı
Dünya nüfusunun 8 milyar ve dünyada üniversite sayısının
20-25 bin olduğu dikkate alındığında dünyada ortalama olarak 300-400 bin nüfusa
1 adet üniversite düşmektedir. ABD’nin nüfusunun 350 milyon ve üniversite
sayısının 4.500-5.000 olduğu dikkate alınarak yapılacak bir hesaplamada ABD’de
her 70-80 bin nüfus için 1 adet üniversite bulunmaktadır. Ülkemizde ise devlet ve vakıf üniversiteleri
birlikte düşünüldüğünde yaklaşık 400 bin nüfusa bir üniversite düşmektedir. O
halde nüfus dikkate alındığında ülkemizde üniversite sayısının dünya
ortalamasına ulaştığını söyleyebiliriz.
Taşra mı şehir mi?
Üniversitenin kurulduğu yer konusu da tartışmalıdır. Her
şehirde/ilçede bir üniversite açılmasını yörenin kalkınma ve gelişmesi
hedeflendiğinde olumlu görenler vardır. Bir başka bakış açısında göre ise
üniversite eğitimi şehirlerde gerçekleştirilmelidir. Nitekim önemli bir
eğitimci olan İsmail Hakkı Baltacıoğlu uzun yıllar önce “Öğretmenleri şehirlerde yetiştirin, fakat toprak, tarım, endüstri, halk
ve kültür adamı olarak” ifadeleri ile düşüncelerini ifade etmiştir.
Değersizleşme!
Son yıllarda ülkemizde çok sayıda yeni üniversitenin
açılmasının önemli bazı sorunları da ortaya çıkarttığı gerçektir. Örneğin nitelik
ve istihdam sorunu bunlar arasındadır. Ancak çok sayıda üniversite kurulması,
yükseköğretime olan talebin karşılanması açısından olumlu da karşılanmaktadır.
İki unsurun birlikte hayata geçirilmemesi önemli tartışma konusudur.
Üniversite sayısının ne kadar olacağı üniversiteden ne
beklenildiği ve ne yapılmak istendiği ile ilişkilidir. Elit kadrolar
yetiştirmek düşünülüyorsa fazla üniversiteye gerek yoktur. Günümüzde kitle
eğitimine geçilmiştir. “Eğitim, Bilim ve Yükselme” adlı kitabımda bu konuyu
uzunca tartışmıştım. İncelemenizi öneririm. Kitle eğitimi ile değer kaybı
olduğu iddiası irdelenmesi gereken bir durumdur. Değer; bir şeyin değdiği
karşılıktır. Kanaatimce değersizlik (değer düşümü) ile işsizlik
karıştırılmaktadır. İyi eğitim gördüğü halde işsiz olan birinin kalitesiz
olduğunu iddia etmek mümkün mü?