Dolar (USD)
32.50
Euro (EUR)
34.80
Gram Altın
2488.96
BIST 100
9558.17
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

08 Eylül 2013

Akademi Rumeli

Perşembe günü Edirne Valiliği'nin düzenlediği "Akademi Rumeli" programına davet edilmiştim. Değerli iktisat profesörümüz, Abbas Sayar'ın aziz oğlu, Süheyl Ünver ve Sabri Ülgener'in en yakını Ahmed Güner Sayar'la birlikte güzel şehrimize gittik. Yol boyunca kültür, sanat, edebiyat ve irfan sohbetimiz oldu. Ne sohbeti, yolculuk benim için adeta fikru00ee ziyafete dönüştü. Daha ziyade ben sordum, Hoca cevap verdi. Dinledim ve çok istifade ettim. Kimlerden söz edilmedi ki? Yahya Kemal Beyatlı, Nihad Sami Banarlı, Ekrem Hakkı Ayverdi, Süheyl Ünver, Ahmet Kabaklı, Raif Yelkenci, Abbas Sayar, Sabri Ülgener, Ahmet Hamdi Tanpınar, Samiha Ayverdi, Nezihe Araz, Sofi Huri ve Safiye Erol. Zaten Ahmed Güner Hoca bir bakıma kültür tarihimizin canlı hafızası gibidir. Bazen onun 150 yaşında olduğunu düşünürüm. Neredeyse bütün sohbetlerine 19. yüzyılın sonlarından başlar, 20. asra bağlar, sonra da yüzyılımıza uzatır.

Edirne her zamanki gibi saltanatlı haliyle bizi karşıladı. Selimiye zaten şehrin biricik sevgilisi ve maşuklarını selamlıyor. Elbette başka bir çok tarihu00ee ve mimaru00ee eser var bu güzide şehrimizde. Ama Selimiye başka. Düşünüyorum da Mimar Sinan yüzlerce eserinden sadece Selimiye'yi inşa etseydi yine de ismi dünyanın mimaru00ee tarihine altın harflerle yazılacaktı.

Edirne'de 8 Balkan ülkesinden ve Türkiye'de "180 Üstün Yetenek" gencimizle beraberdik. Bulgaristan, Gagauzya, Kırım, Kosova, Makedonya, Romanya, Yunanistan ve Türkiye'den gençlerimize 2-10 Eylül tarihleri arasında aralarında İhsan Deniz, Rıdvan Canım, Ahmet Turan Alkan, Ahmed Güner Sayar, Fahri Tuna, Mehmet Şeker, Metin Eriş, Hüsrev Subaşı, Osman Suroğlu, Cihat Zafer ve Zafer Karatay'ın da olduğu kültür sanat adamları hitap ediyor. Vali Hasan Duruer kültürümüze çok büyük hizmetler ediyor. Ben öğrencilere romancılarımızı, şairlerimizi, hikayecilerimizi, deneme ve tiyatro yazarlarımızı anlattım. Sorular sordular, cevaplar verdim. Maşallah hepsi çok akıllı gençler. Tutarlı, mantıklı ve güzel sorular yönelttiler. Bir gencimiz, "Edebiyatçılar geçmişe çok bağlı. Neredeyse hepsi eserlerinde çocukluk yıllarından bahsediyorlar. Niçin?" Tam da benim ilgilendiğim bir konuydu. Malum Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları ve Yazar Olacak Çocuklar isimli iki kitabım var. Eski ve çağdaş bir çok ünlü yazarımızın çocukluk hatıralarını araştırdım ve bir araya getirdim. "Doğru dedim, yazarlar çocukluklarından sıkça bahsederler. Asaf Halet Çelebi de bahseder Abdülhak Şinasi Hisar da. Yahya Kemal de söz eder, Ahmet Haşim de. Ziya Osman da o huzur çağına sığınır, Tanpınar da. Ama bu çok tabiu00ee bir duygu. Çünkü çocukluk bir bakıma bizim dünyadaki cennetimizdir. Dünya hayatında yorulduğumuzda, bunaldığımızda, çaresiz kaldığımızda ana kucağına sığınırcasına o 'çocuksu şölen'e gitmek isteriz. Eski bayramları, eski Ramazanları yad ederiz. Çocukken çok sevdiğimiz oyuncaklarımızı gözümüzün önüne getiririz. Bundan büyük mutluluk duyarız. Eski sokağımız, evimiz, mahalle arkadaşlarımız hepsi bizi adeta hayata bağlar. Bu bakımdan çocukluğa gitmek iyi bir duygudur, insana huzur verir."

Bunu söyledikten sonra eski/yeni bazı yazarların çocukluk hatıralarından örnekler verdim. Mesela Hilmi Yavuz'un çocukken babasıyla birlikte Fatih'ten Sümbülefendi'ye gidişlerini andım. Babası Hikmet Bey'in "Oğlum sümbülün kokusunu hissediyor musunuz?" sorusunu hatırlattım. Çocuk Hilmi'nin olumlu cevabını ve Yavuz'un bu manevi kokuyu ömrü boyunca hep hissettiğini söyledim. İlgilerini çekti.

Hilmi Yavuz dedim de bugünlerde Timaş'tan çıkan yeni eseri Hüzün ve Ben'i anmalıyım. Kitapta yazarımızın denemeleri var. Hilmi Yavuz da çocukluğuna bağlı ediplerimizdendir. O kadar ki, o yolculuğa çıktığında bizleri de elimizden tutup adım adım o saadet devrinde gezdiriyor. "Çok uzun yıllar oldu, annemin elini öpemedim." diye başlar Hüzün ve Ben. Zaten "Gül şairi"miz Hilmi Yavuz aynı zamanda "Hüzün şairi"dir. "Hüzün ki en çok yakışandır bize" mısraını bilmeyen ve sevmeyen yok gibidir. Kitaba adını veren yazısında "Biz, hüzünlü bir toplumuz. Hüznü, hüzünlenmeyi seviyoruz." diyor Yavuz. Haklı, sosyal hayatımızda bunu görüyor, yaşıyoruz. Ve devam ediyor: "Bizim kültürümüz bir 'hüzün kültürü'dür; hüzün sanki kimliğimizin 'olmazsa olmaz' bir parçasıdır. Hüznün Türk insanının, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bir deyişiyle söylersem 'his tarihi'nde yeri büyüktür. Kısaca, bizim insanımızı anlatabilmek için hüzün temel kavramlardan biri, bana göre. Tük insanını anlamak, onun hüznünü anlamaktan geçiyor."

1982 yılının bir nisan günü sabahın çok erken bir saatinde Osmanbey'deki hastaneden telefon ederler Hilmi Yavuz'a: "Anneniz öldü!" Annenin kaybı. İlk tepki "Beklemiyordum ki!" Hangimiz yakınlarımızın ölümünü bekledik ki, sözüm ona yakıştıramadı bazıları ölümü sevdiklerine. Halbuki her ölüm bir insana yakışır ve her insan hem doğumlu hem de ölümlüdür. Hazret-i Peygamber bile o vefatı tattıktan sonrau2026 Hilmi Yavuz denemeler arasındaki tahlillerinde ruhunu şekillendirenler arasında başı çeken annesinin, mistik ve lirik yönünü geliştirdiğini söyler. "Babam konuşarak, annem susarak dönüştürdüler." Hilmi Yavuz hayatını anlatıyor Hüzün ve Ben'de. Ama en çok da Siirt'te geçen çocukluğunu. Babası da etkilemiştir onu ama ona yön veren annesi. Bunu şu satırlarda görmek mümkün: "Benim gizem öğretmenimdi annem, hüzün öğretmenimdi; hüznün nasıl yaşandığını, sessiz bir teslimiyetle ondan öğrendim(di)." Hüzün ve Ben'i benzer hisleri duyarak, hatıraları anarak okudum. Hilmi Yavuz'u okumak insana zenginlik katıyor. Hüznü hasretle arayanlar kitabı çok sevecek.