Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.85
Gram Altın
2431.58
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

02 Şubat 2015

Ak Parti'nin Başarısını Engelleyecek Yeni Vesayet Merkezi Nedir?

Siyasetin amacı insan yetiştirmek, yetiştirdiği insanları ihtiyaç duyduğunda gerekli siyasi ve bürokratik mekanizmalara atamak mıdır, yoksa başka herhangi bir çaba içerisine girmeden halihazırda yetişmiş insanları organize ederek, zaten yetişmiş olanları gerekli yerlerde değerlendirmek midir? Doğrusu bu sorunun cevabı sadece "evet" ya da sadece "hayır" olmayacak kadar karmaşık, kritik, stratejik ve girifttir. Eğer ülkemizde bugün "Yeni Türkiye" diye bir durum oluşmuşsa "Eski Türkiye'nin" siyasetçilerinin, akademisyenlerinin, yazarlarının hatta vatandaşlarının en çok şikayet ettiği konulardan birisi bürokratik vesayet idi. Askeri vesayet, sivil bürokratik vesayet, jüristokratik vesayet, dördüncü kuvvet vesayeti, aşılmaz birer kale olarak fonksiyonlarını ifa etmekte, siyasetçinin elini kolunu bağlayan birer güçlü vesayet alanı olarak yerlerini muhafaza etmekteydiler. Özellikle devlet organizasyonuna dahil her bir üst kurul adeta siyasetin etki alanı dışına çıkarak bağımsız birer güç merkezi olarak temayüz etmekteydiler. Hem hesap vermemekte hem de baş sorumluğu, hesabı siyasetçiye bırakmakta, yüklemekteydiler. Halen de öyledir. MB'nin faiz meselesindeki ısrarı buna bir örnek olarak verilebilir.

Peki bugün ne değişti? Yani Yeni Türkiye söylemini parlatıp cilaladığımız bir dönemde gerçekten de siyasetin üzerindeki başat vesayet merkezleri gerçekten etkisiz hale getirildi mi? Gerçekten en ağır vesayet kurumları asıl mecralarına çekilerek alanı meşru siyasete bıraktılar mı? Siyasal iktidar gücünü paylaşan ve paylaştıran odak ve merkezler milletten alınan kuvvetle yeteri kadar etkisiz hale getirilebildi mi? Daha da derin bir soru soracak olursak, adına her ne denirse densin, yeni dönemde vesayet gücünü elinde tutan eski merkezlere yeni ek vesayet merkezleri eklenerek yeni ve daha güçlü vesayet odakları siyasetin önünü tıkayan bir güç haline gelebilir mi?

Bu soruya cevap verebilmek de en az yukarıda sorduğumuz; insan yetiştirmek mi? yetişmişi alıp organize olmak mı? sorusunun cevabını verebilmek kadar zordur. Ancak şu sorunun cevabının yeteri kadar açık olduğu ortadadır ki Ak Parti iktidarları kendisinden bildiği herkese sonsuz güven duymuş, bu güvenin sonucu oluşan özgüvenle yeni kadrolar yetiştirememe ve yerleştirememe tuzağına düşmüştür. Yetiştirme ve yerleştirme işini cemaat adı altında örgütlenen bazı yapılanmalara bırakınca maalesef olanlar olmuşturu2026

Ak Parti'nin ta 2002 seçimlerinde elde ettiği zaferin ardından kendisine soracağı ilk kritik soru şu olmalıydı: "Tamam sandıktan galip çıktık da, şimdi esaslı işleri, büyük projeleri, dönüşüm, reform programlarını kimlerle yürütecek, kimlerle sahaya indireceğiz?" İşte bu sorunun cevabını verebilmek dönemin siyasetçileri açısından gerçekten çok güçtü. Kamu bürokrasisini, devleti tanımayan, tanısa da yerel yönetim bürokrasisinden öte tecrübesi olmayan kadrolar Ankara denilen dükalığa geldiklerinde sudan çıkmış balığa döneceklerdi. Vakt-i zamanında Adalet Partisi ve ANAP, sandıktan zaferle çıkıp işbaşı yaptıklarında iktidara hazır, iktidarla uyumlu bir bürokrasiyi önden mevziileyerek icraat dönemlerini tamamladılar. Ak Parti talihsiz bir şekilde en küçük memurundan Cumhurbaşkanına, 28 Şubat darbesinin mevziilediği, yerleştirdiği bürokratik oligarşi üzerinden iktidar limitlerini genişletme mücadelesi verdi. 28 Şubat döneminde imam hatip liselerinin önünde 12-13 yaşındaki başörtülü kız çocuklarını başlarından tutarak yerlerde sürükleyen bayan polis memureleri, dindar insanları suçsuz yere rejim düşmanı olduğu gerekçesiyle sorgu odalarında, sonrasında hapislerde çürüten emniyet ve yargı mensupları 3 Kasım 2002'de hala görevdeydiler. Hatta pek çoğu belki de Ak Parti il ve ilçe teşkilatları önünde nöbette, Ak Parti mitinglerinde koruma görevlisiydiler.

Ancak bugün gelinen noktada, aradan 12 kocaman yıl geçtikten sonra arkaya dönüp "eyvah" deniliyorsa, yeni vesayet merkezlerinin oluşması hem kaçınılmaz hem de doğaldır. Her iktidar kendisine sabit ve arızi müttefikler arar. Bu müttefikler bazen iş dünyasından, bazen medyadan, bazen bürokrasiden, bazen ilmiyeden seçilir. Ancak milletin en büyük müttefik olduğunu her fırsatta dile getiren muhafazakar siyaset kendi kadrolarını kendi hedefleri doğrultusunda hem yetiştirememek hem de elde olanları muhafaza edememek, sahip çıkamamak suretiyle yeni bir vesayet alanının doğmasına sebebiyet vermiştir: "Gerçekte kendisinden olmayan, en hafif rüzgarda savrulacak, en şiddetli fırtınada gemiyi ilk terkedecek, ancak sureti haktan gözükerek günün nimetlerinden yararlanan, iş yaparak fırça yemektense iş yapmadan takdir almaya kalkan yeni tip insan modeli! Bu kesime devlet gücüyle yattığı yerden zenginleşerek yarın gemiyi ilk terk edecek işadamı zümresi, darbenin kendisi değil söylentisi olduğunda tasını tarağını toplayan siyasetçi, iktidar dalkavukluğu yaparak gerçek mesleğini unutan gazeteci-yazar zümresi, doğruları söylemekten kaçınan, hakikati haykırmaktan korkan alim, aydın kanaat önderi, hoca, fakih, entelektüel zümresi de kolaylıkla dahil edilebilir. Gerçeği görene Ak Parti'nin önündeki en büyük engel işte budur! İşte Ak Parti'nin önündeki en büyük yeni vesayet merkezi budur.