Aile Yılı…Kanıksatmak!..
Çok tekrar ederseniz, alışırlar…
İlk başta tepki gösterirler, çok sert tepki gösterirler.
Sonra sonra…
Aynı şeyleri duya duya, kulakları alışır.
Duyarsızlaşmaya başlarlar.
İlk duyduklarında büyük tepki verdiklerini, tekrar tekrar
işite işite normalmiş gibi görmeye başlarlar.
Kanıksarlar.
Kanıksattınız mı, “işin” büyük bölümünü halletmişsiniz
demektir.
Misal mi?
Şöyle bir geriye dönüp bakın; çocukluk yıllarımızda, aileden “eşcinsel” çıkması, neredeyse bütün
aileler için çok olumsuz bir durumdu.
Sonra sonra…
Bir takım “fondaş”
örgütler, bir kısım medya organları üzerinden uygulamaya konulan sinsi
propaganda yöntemleriyle, kulaklar alıştırıldı.
Cinsel tercih, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet eşitiliği,
partnerlik vesaire vesaire lâflarla…
“Özgürlük” kılıfı altında…
Süslü ambalajlarla aldattılar!..
“A tabii, canım ne olacak ki, sonuçta herkesin kendi bireysel
tercihidir!” noktasına getirilenlerin sayısı, oranı hayli arttı. Meselenin
"bireysel tercih" meselesi olmadığı, "yaygın ve etkin propaganda
meselesi" olduğu gözlerden kaçtı.
Şimdilerde…
Bir çok yerde, gayet normal bir “hâl” olarak görülüyor eşcinsellik.
Hatta, “Eşcinsel
evliliklerin nikâh cüzdanına bağlanarak resmiyet kazanması!” da, olması
gereken bir uygulama olarak takdim ediliyor.
Biz, eşcinsellere “şiddete”
her zaman karşı çıktık.
“Şefkat”ten yana olduk.
Girdikleri yoldan dönmeleri için dua ettik, bununla birlikte
bu eğilimin özendirilerek yaygınlaştırılmasının toplumu hangi noktalara getireceğini
de anlatmaya çalıştık…
Çalıştık ama, karşı dalga o kadar büyüktü ki, o kadar büyük
desteklerle üzerimize üzerimize geldi ki, maalesef baş edemedik.
Biz, “Kişi
eşcinselse, bunu kimsenin bilmesine gerek yok. Biz tek tek kişilerle
uğraşmıyoruz. Biz, bu halin propagandasının yapılmasına, yaygınlaştırılmak
istenmesine karşı çıkıyoruz!” dedik ama…
Anlatamadık işte!
Kanıksatmalara engel olamadık!
EŞCİNSELLİK
PROPAGANDASINDAN SONRA…
“Kanıksatma”
meselesine bir başka misal…
Malûm;
Biz, eskiden evli çiftlere “karı-koca” derdik…
“Karı”, kelimesi adeta ayıplı kelime oldu.
Bu güzelim kelimemiz, en büyük haksızlığa uğrayan
kelimelerden oldu.
“Hakaret için” kullanılır oldu!
Sonunda…
Karı-Kocalığı bıraktık, “eş” demeye başladık.
“Eş” kabul gördü,
kabul ettirildi daha doğrusu.
Bizim inancımızda, kadın ve erkek eşit değildir, her biri
farklı, her biri kendi alanlarında saygın birer Kul’dur.
Her birinin hakkı, hukuku vardır.
Kocanın karısına, kocanın da karısına karşı sorumlulukları
vardır.
Her ikisinin de hakları vardır.
Mesele eşlik, eşitlik meselesi değil, adalet meselesidir.
Farklılıklar, rekabet unsurları olarak görülmez de,
karı-kocanın birbirlerine destek verdiği, bir çatı altında “huzurun” inşasını sağladığı zenginlikler olarak görülürse, AİLE ayakta kalır.
Karı-koca birbirlerine rakip olarak konumlandırılırsa, orada
“huzursuzluk” çıkar.
Nefisler öne çıkar, nefisler çatışır.
Yuvalar yıkılır!
Diğerkâmlık…
Bir başkası için fedakârlık yapmak, onun hukukunu koruyup
kollamak, kendinden önce karşındakini düşünmek…
Bizde esas olan budur.
Bizim ninelerimiz, dedelerimiz kendi konumlarında,
farklılıklarıyla güzeldiler.
Dedenin, ninenin saygınlıkları tartışılmazdı.
Aile büyüklerinden her birinin saygınlıkları vardı.
Küçükler de büyükler de yerlerini bilirlerdi.
“Eşitlik” diye
bir şey yoktu, saygı-sevgi vardı.
Sonra sonra…
“Kavramlar” üzerinden, görüntüler, görseller üzerinden
algılarımızı şekillendirdiler.
Yanlışlıkları kanıksattılar!
Erkek ile kadını birbirine rakip ettiler.
Para, pul, mal, mülk hesabı yapar; çıkarlarını en üst düzeye
çıkartmak için ince hesaplar yapar, birbirlerine karşı taktikler geliştirir
hale getirdiler.
“Sıktı mı canını
sıktı mı, kov gitsin unutursun, aramaya kalktın mı daha neler neler bulursun!” diye
diye…
“Hür doğdum hür
yaşarım, sana ne sana ne!” diye diye…
Zemini kaydırdılar…
“ Her gün başka bir
âlemde, her gün başka bir gönülde, sefam olsun oooh, oh!” diyerek,
hedonizme, vefasızlığa sürüklediler.
Magazin figürlerini “çapkın
sanatçı” diyerek, övdüler.
Özendirdiler.
Sadakatsizliği, maymun iştahlılığı beyinlere çaktılar, kalpleri
ifsad ettiler.
Bizler de aileler olarak, hassasiyet sahibi olduğunu iddia
eden aileler olarak, anafora kapıldık.
Çocuklarımızın sınav “başarılarını”
her şeyin önüne aldık.
Namaz kılmadıklarında, “Aman
ne olacak canım, yeter ki dersleri iyi olsun!” pratiğine yöneldik.
“Başarı, ille de başarı!” dedik.
Beyinlerimize,
ruhlarımıza koca koca çivileri çıkmışlardı zira.
Bizler, anafora kapıldık.
Ve pek çok şeyi de kanıksadık!
Adeta duyarsızlaştık.
Ekranlardaki en rezil görüntüleri, en çarpık ilişkileri, “Bunları ikide bir karşımıza çıkartarak ne
yapmak istiyorlar?”ın sorgulamasına girmeden, izledik.
İçine düştüğümüz, toplumun içine düşürüldüğü durumlara da “Eeee, küreselleşmenin gereği, bu dünyanın
her yerinde böyle azizim” filan diyerekkılıf geçirdik.
Şimdi…
Bakalım…
Aile Yılı imiş…
Bakalım, sıklıkla işaret ettiğimiz MANEVİ VATAN’ın zeminin kayışı karşısında, ne gibi tedbirler alınacak,
ne gibi adımlar atılacak?
Akit Gazetesi’nin manşetindeki ifadeyle, “Devşirme Kanunlar” yerine, Anadolu
Ruhu’na uygun kanunlar mı getirilecek, neler yapılacak?
Biz nasılsak, o şekilde idare olunuruz, malûm.
Biz, toparlanır…
“Emrolunduğumuz gibi
dosdoğru” olmanın gayretine yönelirsek…
Rabbim önümüze çok güzel yollar açar, İnşaAllah.
Yoksa…
“Biz onlara
zulmetmedik, fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler!” buyuruyor ya Rabbim.
Kendimize zulmeden ve felâkete sürüklenenlerden oluruz.
Allah muhafaza.