Aile üzerine
Her yandan kuşatılıyoruz. Dünya dahi teknolojinin arama motorlarının test sürüş alanına çevrildi. Her gün yeni bir şey deniyorlar. Özgürleştirme maskesi altında yapay zekâ kodlarıyla toplumun dinamiklerini dinamitliyorlar. Sanal oyunlar nedeniyle ölüm bile bu çağda sıradan gösterilmeye başlandı. İnsanı dokuz canlı olduğuna ikna edercesine hayatı deneme tahtası olarak gösteriyorlar. Öldün ve bu dünyada bir daha olmayacaksın!
Ölümün
dahi sıradanlaştırıldığı bu çağda hangi yaşamdan bahsediyoruz. “Her
canlı ölümü tadacaktır.” hakikatinin üstünü örtünce ölümden
kurtulacağımızı zannederiyoruz. Sistemin kapsamlı kuşatması tüm hızıyla devam
ediyor. Ülkelerin, şehirlerin, sokakların işgal altında olduğu bu muhasara
çağında sığınacak bir dulda arıyor insan. Kendine ait, kendini özgür hissettiği
ve olduğu gibi kabullenildiği bir sığınak arıyor.
Gittiği
bütün yollar tek bir konumu işaret ediyor insana. Dışarının istilasından
kurtulmak ve direnişin çırasını yakmak için aradığı bütün konumlar tek bir adresi
gösteriyor: Ev! Bir evi olmalı insanın. Gündüzün bütün hesaplarından sıyrılıp
akşamın ve gecenin karanlığında sığınacağı bir “Ev!”
Evi
yuva yapan ailedir. Ailenin yapı taşları ise bireylerdir. Bireyleri bir arada
tutan temel unsur da sevgi ve saygıdır. Sevgi ve saygının hâkim olduğu haneler
huzur kokar, güzelliği kuşanır. Somurtuş, asabiyet ve dahi vurdumduymazlık hem
kalbi hem de evin duvarlarının boyasını karartır. Bir haneyi ayakta tutan
duvarlar kararmışsa duvarlar insanın üstüne üstüne gelmeye başlar. O zaman öfke
ve kötülük kol gezer evin odalarında. Her kötülük ise bumerang gibi nihayetinde
sahibini bulur. Dışarıda yeterince kötülük var iken bari evinizi arındırın
bütün kötülüklerden. Kendi elinizle kendinize kötülük sipariş etmek yerine
iyilik, güzellik, sevgi ve saygı temeli üzerine inşa edin hanelerinizi.
Dışarıdaki işgali kırmak için evinizden başlayın dirilmeye. Ki en büyük
destekçinizdir hane halkı.
Bu
hanenin bir diğer temel unsuru da çocuktur. Bir kuşun ötüşündeki musiki insanın
ruhunu kuşatıp güzelleştirdiği gibi bir evdeki çocuk sesi de aynı tonda zarif
gelir ruha. Irmakların sel olup doğanın bağrından süzülüp oradan oraya
koştururken çıkardığı sesin insana verdiği huzur gibidir evde coşkuyla koşup
oynayan çocukların sesi. Doğa o selin önünde durmak yerine oluşan ahenge nasıl
ayak uyduruyorsa çocuklarımıza da “dur,
yapma, etme!” demek yerine yeri geldiği zaman onlarla çocuk olup o sele
kapılmak gerek. Çocukların neşe seline ne kadar bent kurmaya kalkarsanız kalkın
onun önünde duramazsınız. Ancak su, doruklardan düzlüğe gelince kendi kendine
nasıl sakinleşirse çocuklarımız da çocukluktan gençliğe geçince yavaş yavaş
durulmaya başlar. O vakte kadar da o sele eşlik etmek gönül hanemize neşe
katar. Onlarla iletişimde dış güçlerin desteği olan teknolojik ürünlere
başvurmayın. Onlarla beraber olduğunuz akşamın en sakin zamanlarında
telefonlarınızı şarja takıp orada unutun. O akşam dizinizden feragat ederek
çocuklarınızı dizinizin dibinde toplayıp onlarla vakit geçirin. Onların gün
içinde yaşadıklarından size anlatacakları ve izleyeceğiniz dizilerden daha
heyecanlı çok konu vardır. Yeter ki dinlemeye sabrınız olsun. Ki çocuklarınızı
siz dinlemezseniz, onlar anlatacak birilerini muhakkak bulacaktır, unutmayın.
Aile
içinde sevgi ve saygının hüküm sürdüğü zamanlar aile içi iletişim de güçlü
olur. Kendini ifade edebilen bireyler toplum nezdinde de kabul noktasında bir
adım öne çıkar. Toplumsal kabulün yolu bu anlamda aileden geçer. Ebeveyn ve
çocuk ilişkilerinde saygı ve sevgi çerçevesinde derdini usulünce dile
getirebilen bireyler hem anlaşılma hem de çözüm noktasında bir adım önde durur.
Burada aslolan hata yapmak değil; yapılan davranışın hata olduğunun
anlaşılmasından sonra onu çözme erdemini ortaya koyabilmektir. Erdem, geçmişin
hatalarından ders çıkarabilmek ve aynı hatalara tekrar düşmemektir. İletişim
kanalları açık ve güçlü olan ailelerde temel alınan nokta dayatmadan ziyade
anlamaya dönük olduğu için hata oranı sıfıra yakındır. Bu anlamda ünsiyet
önemlidir.
Aile
fertleri birbirlerini olduğu gibi kabul edip farklılıklarından yola çıkarak
ilişkilerde ortak noktayı bulabildikleri müddetçe mutluluğa yaklaşmış olur.
Eşler birbirlerinin farklılıklarını törpülemeye çalışıp karşısındakini kendine
benzetmeye çalışmaya başladığı andan itibaren karşısındakinin değişmeye
başlamasıyla kendisi de kaybetmeye mahkûmdur. Farklılıklar hayatın cilveleri ve
güzellikleridir.
Niyetimiz
huzuru yakalamak ve yaşamak ise müşterek olarak çıkılan evlilik ve aile olma
yolunda birbirimizin noksanlarını yüze vurmak yerine eksiklerimizi kapatmaya
çalışmalıyız. İnsan insanın yara bandı olmalıdır. Her insan biraz noksandır,
bir elmanın yarısı gibidir. Diğer yarısını bulunca tam olur. Hayatın müşterek
oluşuna bu açıdan baktığımız zaman birbirimizi tamamlamaktır ortaklık. “Evet!” derken eksiğiyle fazlasıyla,
yanlışıyla doğrusuyla, olduğu gibi kabul etmeye “Evet!” demiştir insan. İlişkiler, bir eşya değildir. “Baktın olmuyor, eskiyi götür, peşinata
saysınlar, yenisine bak!” deme lüksün yoktur. Böyle davranırsan evliliği bir iş, eşini de bir
eşya olarak görmeye başlarsın. Bir zaman sonra ortada evlilikten tek eser
kalır, o da anne baba sevgisinden mahrum bırakılmış çocuk. Ebeveyn sevgisinden
mahrum bırakılan çocuğun vebali ise herkese ağır gelir.
Bir
evi yuva, bireyleri aile yapan temel unsur sevgi, saygı ve sorumluktur. Bunu
kavradığımız zaman yarım olduğumuz bu hayatta diğer yarımızı bulmuş olarak tam
olur ve dışarıdaki işgali kırmak adına direniş ve dirilişin ilk meşalesini
yakmış oluruz. Selam olsun, bu dünyada diğer yarısını bularak tam olabilenlere.