Aile içi anlaşmazlıkların çözümünde yöntem!
Âile,
içinde dünyaya geldiğimiz, büyüyüp geliştiğimiz sıcak bir yuvadır. İlk eğitimin
alındığı, toplumun kültür ve değerlerinin aktarıldığı, ihtiyaçların
karşılandığı bir ortam olan âile; sosyal bir varlık olan insan için
vazgeçilmezdir. Uzun bir süre âile ortamında birlikte yaşayan kişilerin özellikle
de eşlerin arasında birtakım anlaşmazlıkların çıkması çok tabiidir. Tabii
olmayan ise, bu anlaşmazlığı çözümsüz bırakıp ilişkinin yıpranmasına müsaade
etmektir.
Âile
içi bir anlaşmazlık çıktığında, şu yöntemi takip etmekte büyük fayda var:
1) İyi niyet,
karşılıklı güven ve eşit söz hakkına dayalı saygılı bir ortamın tesisi.
2) Tarafların, ihtilafın çözümü için ortak
bir zemin bulmaya çalışmaları.
3) Tarafların, birbirleriyle açık ve samimi
bir şekilde iletişim kurmaları. Duygu ve düşüncelerini açıkça ifade etmeleri.
4) Tarafların, birbirlerine karşı empati
kurmaya çalışmaları.
5) Tarafların, tartışma sırasında bile
birbirlerine karşı saygılı olmaları.
6)
Anlaşmazlığın
nedeni olan problemle yüzleşmeleri. Yani ailede bir problem olduğunu samimi bir
şekilde kabul etmeleri. Çünkü bir problemin varlığını kabul etmek, o problemin çözümüne
ilişkin uzlaşmaya da hazır olmak demektir.
7) Beraberce
anlaşmazlığın sebebini bulmaya kafa yormaları. Anlaşmazlığın sebebini bulduktan
sonra da evvela uzlaşmaya daha sonra da çözüme varabilmek için elbirliği etmeleri.
8) Tarafların, anlaşmazlığı kendi başlarına
çözmekte yetersiz kalmaları durumunda, uzman ve iyi niyetli âkillere danışmaları.
Bilinmelidir
ki, âile içi anlaşmazlıklar sebebiyle yaşanan tartışmaların sonucunda kazanan
yoktur. Kazananı olmayan bir tartışmanın kaybedeni ise, elbette âile hayatı ve
özellikle de çocuklardır. Bunun için taraflar; tartışma yerine, sorunun tespitine
ve çözümüne odaklanmalıdırlar.
Çiftler,
evlenmekle yeni bir değişim sürecine girmiş olurlar ve bu değişimin gereklerine
göre yeni hayatlarını sürdürmeleri icap eder. Ancak -ister kadın ister erkek
olsun- bazı insanlar, bu değişime ayak uydurmada güçlük çeker. Bu kişiler, var olan
paradigmaları ve bunların etkisiyle oluşan kurumsal kültürlerinden vazgeçmek
istemeyen kişilerdir. Bu yeni hayata direnme olayı, âile hayatında anlaşmazlık ve
problem çıkmasına zemin hazırlar. Dolayısıyla baştan ciddi fedakârlıklar
yaparak bu değişime ayak uydurmak lazımdır.
Fedakârlığı sadece karşı taraftan beklememeliyiz. Bencil
olmayı bırakmalı ve empati yapmalıyız. Kendimizi, eşimizin yerine koyup onun
beklentilerine göre hareket etmeliyiz. Olaya bir de onun bakış açısıyla bakmaya
çalışmalıyız. Belki de biz değil, o haklıdır…
Önce çuvaldızı kendimize batırmalıyız. Önemli olan,bizim
ne olduğumuzdan ziyade eşimizin bizi nasıl algıladığıdır. Her insanın
hoşlandığı şeyler farklıdır. Hayat arkadaşımız nelerden hoşlanıyor? Bunları
yeterince bildiğimizden ve yerine getirdiğimizden emin olmalıyız? Eşimizin bize
nasıl davranmasını istiyorsak, biz de ona öyle davranmalıyız…
Eşler arasındaki geçimsizliğin en önemli sebebi, “geçinmeyi
bilmemektir.” Bu kadar zahmet ve fedakârlığa katlanarak evlenmişsek,
geçinmeye bir nevi mecburuz. Çünkü ayrılsak bile, ikinci bir evliliği yapacağımızı
ve kesinlikle mutlu olacağımızı hiç kim garanti edemez.
Yeni evlenenlerin en büyük yanılgısı, dikensiz
bir gül bahçesini düşleyerek hayal kırıklığına uğramalarıdır. “Dalgasız
deniz” ve “dikensiz gül bahçesi” olmayacağını artık
bilmemiz ve kabul etmemiz gerekir. Buradaki asıl sorun, “sorun çıkmayacağını
hayal edip” hazırlıksız yakalanmaktır. Dolayısıyla böyle bir yanılgıya
düşmemek gerekir.
İnsanoğlu
için istekler sınırsız, ihtiyaçlar farklı ve imkânlar sınırlı olduğuna göre “önemli
olan şey, önceliklere odaklanmaktır.”
Bazı ailevî problemler, erkeğin kendi işiyle aşırı
ilgilenerek âilesine fazla zaman ayırmamasından kaynaklanır. “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur,”
şeklindeki atasözü boşuna söylenmemiştir. Eşlerin yeteri kadar görüşmemesi,
diyalogsuzluğa yol açar.
Evliliğin olmazsa olmaz şartı, “samimiyet ve sadakattir.”
Zoru, sıkıntıyı, acıyı görünce kaybolan bir eş, tatlı ve mutlu günleri hak
edemez. Unutmayalım, Allahü Teâlâ her derde bir derman yaratmıştır. Acılı
günler sonsuza kadar sürüp gitmez. “Bir gün üzerimizdeki kara bulutlar
dağılacak, güneş güzel ve sıcak yüzünü bize de gösterecektir İnşaallah, diye
düşünmek gerekir…”