Ahmetlerin Sohbeti
Pandemi döneminde akranlarımızla mezarlık camilerinde görüşmeye başladık. Cenaze namazı sonrasında maske-mesafeye uyarak çoğunu duymadığımız ama iyi niyet dilekleri olduğunu zannettiğimiz hasbihalimiz sonrasında görüşmek üzere deyip vedalaşıyoruz. Fizikî olarak yaş aldığımız yürüyüşümüzden, oturup kalkmamızdan, reflekslerimizden, kılık- kıyafetimizden, konuşmamızdan hatta yemek yiyişimizden ayan beyan belli oluyor.
Bu girizgâhtan sonra
konumuza temas edecek olursak; son yıllarda hatırat veya otobiyografi kitaplarıyla
gün geçirir olduğumuzu itiraf etmeliyim. Gençlik günlerimde “Gençler hayalleriyle, ihtiyarlar
hatıralarıyla” dediklerinde üzerime almazdım. Torun-torbaya karışınca bir
de yaş haddinden tekaüt olunca anlamış olduk.
Geçtiğimiz yıl
içerisinde özellikle yaşadığım günlere tanıklık eden yazarların hatıratlarını
didik didik okurken aldığım hazzı ifade edemiyorum. Satırlar arasında
dolaşırken “ben de yaşamıştım” veya “tıpkı bizim gibi” cümleleri aklımdan
çok geçti.
Yaşanmışlıkları
okurken başımdan böylesi durumlar geçtiğinde nasıl bir tavır göstereceğime dair
ipuçlarını da yakaladım. Şimdi kısa bir yazıda okuduğumuz kitaplardan söz
ederek sütunumuzu doldurmak yerine dumanı tüten bir kitaptan bahsedelim
istiyorum. “Ayrılık Yaman Kelime” sinde
gazeteci-yazar Ahmet Tezcan’ın adaşı
sanatçı Ahmet Özhan’la nehir
söyleşisi bir devre, bir nesle hatta bir dönem tarihine ışık tutabilecek tarzda
kaleme alınmış.
Bilgili ve deneyimli
gazetecimiz sualleriyle dönemin fikrî, siyasî ve kültürel hayatına dair
bilgilerimizi Ahmet Özhan’ın
ağzından aktarırken, sözünü kesip araya girdiği yerlerde o yıllarda ülkemizde
zorunlu yaşatılan olumsuzlukları hatırlatıyor. Ömer Tuğrul İnançer’in sunuş yazısıyla Turkuvaz Kitap’tan yılın son günlerinde piyasaya sunulan “Ahmet Özhan Kitabı” nda tasavvufla
ilgili yüzeysel bilgiler yanı sıra Ahmet
Şükrü Katıöz’ün “Bir A.Ş.K Hikâyesi”
ni okumuyor, dinliyorsunuz.
Özellikle darbe
dönemlerinde yaşadıklarıyla rejimin inançlı insanlara karşı gösterdiği olumsuz
tavır ve davranışları kendine has nezaket sınırlarını zorlayarak dile getiren
Özhan’a gazetecilik refleksiyle yardımcı olan Ahmet Tezcan’ın konulara temasında zor günleri nasıl aştığımızın
ışıklarını da görmekteyiz.
Her sene Aralık ayında
Hz. Mevlâna’yı anma ve anlamak için Konya’da tertip edilen Şeb-i Aruz
etkinliklerinde yaşadıklarından tutunuz da sinema, sanat ve medya âleminin
dergâh hayatını yaşadığını öğrenmelerinden sonraki tepkilerine varıncaya kadar
açık yüreklilikle anlatmış.
Gazinoda çalışıp, o âlemden
ekmeğini çıkarırken yaşadığı olumsuzluklarla ilgili bugüne geldiğinde bile
olumsuz bir ifade kullanmamaya özen gösteren Özhan, toplumun gazetelerdeki
haberlerden bildiği gazinocular kralı Fahrettin
Aslan’ı kahraman olarak anlatırken, oğlu “Bir Masalda İki Kral Olmaz” kitabında babasının o âlemde
yaşadıklarını açık-seçik ifade etmekten çekinmediğini görünce tasavvufî
öğretinin böylesi bir durum olduğunu aklımıza getirmesi açısından önemli
buldum.
Genç yaşta şöhretle tanışan, magazin dünyasında adından sıkça bahsedilen Ahmet Özhan’ın seçtiği tasavvuf yoluyla da çok konuşulduğunu biliyoruz. Evlilikleri üzerine de kendisiyle hesaplaşmasını net bir şekilde ortaya koyarken, çocuklarıyla yaşadıklarını anlatıyor. Mürşidi Muzaffer Özak ve ardından Safer Efendi’den aldığı manevî duygulara cevap vermekten çekinen Ahmet Özhan, kendisini tenkit ederek yaşadıkları ve pişmanlıklarından çok eksikliklerini tamamlamaya gayret eden bir derviş edasıyla söyleşinin son sayfalarında okura aldığı tasavvufî terbiyeden aklında kalanları aktararak noktalıyor. Bize düşenin okumak olduğuna inandık ve yerine getirdikten sonra sevdiğimiz sevdiklerimizle paylaşalım istedik bu kadar.