Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Ocak 2022

Ahmet Efe: "Sanatta Asıl Olan İnançtır"

Şair, yazar ve ressam Ahmet Efe, “Ömrümüzün her döneminde kutsal dinimize hizmet etmek, kültür ve medeniyetimize katkı sağlamak ve bu uğurda eserler vermek zorundayız.” diyor.

2-Ahmet Efe_17ad836ea176262896ce4a04f2760c7d.jpg

12-Buz Kırığı_54dd8022153584799af241141a68ea05.jpg

Mehmet Nuri Yardım

Ahmet Efe şair, yazar, ressam, kapak tasarımcısı, minyatürcü, fotoğraf sanatçısı, yayıncı, çocuk edebiyatçısı… Osmanlı’da sanatkârlar arasında yaygın olan ‘hezarfen’ sanatkârlar zümresinden. Yakın dostlarına göre bunlardan önce bir gönül insanı, bir muhabbet ehli, bir yol arkadaşı… Kalemiyle, kelamıyla, fırçasıyla sözüyle mensup olduğu milletin değerlerini öne çıkaran iyi bir edip. Paylaşmayı seven bir rint adam. Yıllar önce Bâbıâli Sohbetleri’nde konuşmasını dinlemiştik. O sohbetin tadı hâlâ damağımızda. Yürek diliyle konuşmanın hâli bir başkadır elbette. Ahmet Efe büyüğümüzle edebiyat ve sanat dünyasını konuştuk. Sizi bu mülakat ile baş başa bırakıyorum:

Sevilen, sayılan ve takip edilen bir sanatkârsınız. Sanatın ve edebiyatın bir eğitimi olmalı mı, çırak usta münasebeti kurulmalı mı? Yoksa bazen insanlar kendi yollarını rahatlıkla çizebilir mi? Mektepli mi, alaylı mı olmak iyi?

Usta çırak ilişkisinin ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Ancak bu daha çok “zanaat” dediğimiz işlerde geçerli olsa gerek. İş “sanat” dediğimiz mevzuya gelince biraz değişiyor. Elbette her işin kendisine göre belirli kuralları vardır ama bana göre bir sanatçı zanaat sahiplerinden biraz ayrı yerde durur. Onun kendine göre bir bakış, anlayış ve çalışma şekli vardır. Burada amatör veya profesyonel ayırımı yapmak doğru olmaz. Herhâlde mühim olan amatör ruh ile profesyonel iş ortaya koymak olmalıdır. Ben herhangi bir yerden icazet almadığı hâlde dünya çapında isim yapmış pek çok sanatçı ismi sayabilirim. Pek çok tahsil görüp, nice mektepler bitirdiği hâlde geride hiçbir önemli eser bırakmamış sayısız kimse gelip geçmiştir dünyadan. Bu sebeple alaylı, mektepli ayırımı yapmak istemem. Mühim olan eserdir.

Çocuk edebiyatına ağırlık verdiniz. Kandil Yayınları’nı kurdunuz, burada çocuklarımız için kitaplar yayımladınız. Kandil Yayınları’nı ne zaman, nerede ve kimlerle kurdunuz? Kaç yıl devam etti, kaç kitap yayımladınız. O dönemle ilgili olarak anlatmak istediğiniz hususlar var mı veya bazı hatıraları paylaşabilir misiniz?

Daha ilk gençlik çağlarında iken çocuklar için yazdığım hikâyeler kitaplaştığında bu konuyla ilgilenmeye karar vermiş ve o dönemlerde millî ve manevi değerlerin işlendiği kitaplara ekmek ve su gibi muhtaç gördüğüm çocuklarımız için çalışmalara başlamıştım. Yüce Allah’ın lütfu ile TRT Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalıştığım 1979 yılı içinde Diyanet İşleri Başkanlığı – o yıl, UNESCO tarafından “Çocuk Yılı” ilan edildiğinden- bana bir çocuk dergisi çıkartma teklifi yapmış, ben de bunu hemen kabul edip TRT’den Diyanet İşleri Başkanlığı’na geçerek orada Derleme Yayın Müdür Muavini olarak vazifeye başlamıştım. Diyanet Çocuk Dergisi önce üç ayda bir daha sonra da aylık olmak üzere neşredilmeye başladı. 1983 yılına kadar 40 sayı neşredilen bu derginin her sayısında el emeğimiz, göz nurumuz oldu. Bu yıl içinde yine çocuklar için bir yayınevi kurulması teklifi ile gelen İhsan Arslan ağabeyin kıymetli davetine uyup memuriyetten istifa ederek “Kandil Yayınevi”nin kuruluşuna katıldım. Her türlü alt yapıya sahip bu yayınevinde 100’den fazla çocuk kitabı neşrederek hayırlı bir faaliyet sürdürmeye çalıştık. Şiir, hikâye, masal, ansiklopedi çalışmaları yaparak çocuk yayıncılığında bir çığır açmaya gayret ettik. Nitekim bizden sonra bu çalışmalar daha da çoğalarak kendi kültür ve medeniyetine susuz yavrularımız için pek kıymetli eserler neşredildi. Kandil Yayınevi ilgilileri olarak ayda bir neşredilen Kandil Çocuk dergisini neşretmeye başladığımız sırada yeni bir gazete işine girişildi. Bizim için çok zorlu bir altı ay daha başlamış oldu. Zaman gazetesinin ilk günlerinden bahsediyorum. Onun sahipleri arasında Kandil Yayınevi’ni birlikte kurduğumuz ağabeyimiz de vardı. Sonra değişik ve hayli karmaşık olaylar sebebiyle gazeteden ayrılmak zorunda kaldık. Kandil Yayınevi de eski etkinliğini yitirdi ve bir süre sonra faaliyetine son verdi. Böyle bir macera işte…

İnsanoğlu En Müstesna Canlı

Çok kıymetli resimlerinizi sanatseverlere ulaştırıyorsunuz. Kültürümüzü yansıtan, medeniyetimizi aksettiren ve emek mahsulü resimler bunlar. Kitaplarınızın bir kısmının kapaklarını ve içlerini de siz resimlediniz. Öte yandan şiirleriniz, hikâyeleriniz, denemeleriniz ve romanlarınız var. Edebiyat ve resim sanatları arasında kaldığınızı düşünüyor musunuz? Hangisi sizin dünyanızda daha fazla yer tutuyor? Edebiyat mı, resim mi? Veya ikisi birlikte mi?

Bazı arkadaşlar bir konuda ihtisas yapmanın daha iyi olacağından bahisle, “Keşke hiç resim isine girmeseydin, keşke sadece şiirle meşgul olsaydın, keşke bu kadar farklı alanlarda uğraş vermeseydin…” gibi sözler etmişlerdir ama bana göre belki iyi niyetle söylenmiş bu sözlerin pek bir anlamı görünmemektedir. İnsanoğlu yüce Allah’ın özgür yarattığı en müstesna canlıdır. Onun rızası dışına çıkmadığı sürece her işle meşgul olabilir, her yere gidebilir ve elbette sanat ve edebiyatın her türüyle meşgul olabilir diye düşünüyorum. Nitekim bu özgürlük alanından istifade ile her zaman gönül huzuru duymuş, her vakit sevdiğim işlerle uğraşma imkânı bulmuşumdur. Şiiri, hikâyeyi, romanı ne kadar seviyorsam iyi bir resmi, minyatürü, bir hat tablosunu da o kadar seviyorum. Bu sebeple pek çok afiş, kitap kapağı, desen, minyatür ve değişik tekniklerle resimler yapmaya çalıştım. Çeşitli kişisel sergiler açıp, karma sergilere iştirak ettim. Bunların değerlendirmesini gelecek kuşaklar elbette yapacaktır. İnşallah ismimizin hayırla anılmasını sağlayacak ürünler ortaya koymuşuzdur. Mühim olan öldükten sonra yaşamak değil mi? Ve elbette hepsinden daha önemlisi yüce Allah’ın hoşnutluğu değil mi? İnşallah işlerimizi rızasına uygun sayar diye dua ediyorum.

Eserlerinizi bilen, seven ve takip edenler olarak sizi Bâbıâli Sohbetleri’nde dinledik. Fikirlerinizden, duruşunuzdan istifade ettik. Size göre sanatkâr takipçileriyle zaman zaman bir araya gelmeli mi? Yoksa sadece eserini ortaya koyup kenara mı çekilmeli?

Doğrusu kendi iç dünyamda yalnızlığı, inziva ve uzleti tercih etmekteyim. Kalabalık toplantılardan, uzun süren sohbet ve cemiyetlerden pek hoşlandığımı söyleyemem. Bu sebeple sosyal ilişkileri zayıf bir kimseyim. Geniş bir arkadaş çevrem olmadığı hâlde kendimi hiç yalnız hissetmiyorum. Her vakit, “Yapılacak bunca iş varken…” mazereti arkasına sığınıp, fayda sağlamayan toplantılardan kaçınıyorum.

Şiir, yazı ve resim çalışmalarınızla özellikle muhafazakâr camiada sevilen ve hürmet edilen bir isimsiniz. Türkiye’nin diğer yazar ve ressamlarıyla birlikte çalışmalarınız olmuştur. Bu şahsiyetleri sizin gözünüzle tanımak istiyoruz. Biraz basın ve sanat hatıralarınızı merak ediyoruz. Mesela yaşayan usta ressamlardan Gürbüz Azak ile tanışıklığınız var mı? Veya başka isimlerle…

Her ne kadar yalnızlığı tercih etsek de nice toplantılara iştirak etmek, şiir şölenlerine katılmak durumunda kalmışızdır. 67 yıllık ömrümüz içinde pek çok şair, yazar ve sanatkârla tanışma imkânı da bulduk elbette. Kendime göre bir liste de tanzim etmiş, tanıdığım ve sohbet ettiğim ünlü kimseleri ve bazı hatıraları yazmışım. Kimler yok ki listede… Gürbüz ağabeyi de tanıyorum. Ankara’da bulunduğum yıllar içinde sık sık İstanbul’a geliyor ve kendisiyle görüşüyordum. Sonra meşhur çizerlerimizden Şahap Ayhan, Hamit Yüksek, Hasan Karal, Haşim Vatandaş, Halil Kaya, Kasım Özkan, Orhan Akçan, Adnan Çınar, Ahmet Yozgat ve daha nicelerini tanıma imkânı buldum. Gürbüz Azak ağabeyin birkaç çizgi-roman çalışması bizim Kandil Yayınları arasında kitap olarak da neşredilmiştir.

Medeniyetimize Katkıda Bulunmalıyız

5-Ahmet Efe_962a8383f256b51153ff17e5208cf8d9.jpg

Ufuk açıcı yazı ve resimlerinizde bir bakıma medeniyetimizi odak noktaya alıyorsunuz. Yazar bu konuda sorumluluk duymalı mı? Yani sanatçı, toplumu yönlendirmek ve doğru bildiği yöne doğru çekip götürmek durumunda mı?

Bizim anlayışımıza göre insanoğlu yeryüzüne boşa gönderilmemiş, pek mühim görevler icra etmek ve yüce yaratıcısına kulluğunu göstermek için var edilmiştir. Öyleyse asıl olan inanç ve imandır. Bu sebeple “Hayat, iman ve cihattır!” denilmiştir. Cihadın, ele silah alıp savaşmaktan ibaret bir şey olmadığı malumdur. Kişinin inancı uğruna giriştiği her eylem cihat sayılır. Hakiki kulluktan daha yüce bir cihat da yoktur. Bu sebeple ömrümüzün her döneminde kutsal dinimize hizmet etmek, kendi kültür ve medeniyetimize katkı sağlamak ve bu uğurda eserler vermek zorundayız. Bu kabulleniş sonrasında üretilen her eser elbette toplumu bir şekilde yönlendirecektir. “Sanat sadece sanat içindir!” gibi kof bir anlayışı kabul etmiyor, bunu söyleyen kimselerin bile aslında kendi inanç ve düşüncelerine hizmet için çalıştığını görüyoruz. Sözgelimi dünyanın büyük sanatçıları olarak kabul edilen yazar, şair yahut ressamların eserlerine baktığınızda açıkça bir din ve inancın propagandasının yapıldığını fark edersiniz. Hem nasıl olur da bir sanatçı kendi aile, çevre ve toplumundan uzakta ve onların karşısında durabilir ki? Bütün bunlar kendiliğinden ve zaruri bir seyir içinde oluşup gider. Hiç kimse kendini kandırmasın. Her sanatçı inanç ve kişiliğini ortaya koyar. Evrensel dediğimiz her sanat eseri onu üretenin din ve inancından bağımsız değildir. Hem bize göre evrensel olmanın yegâne yolu fıtratın ne olduğunu anlamak ve ona göre hareket etmekten geçer. İslâm’ı tanıyıp kabul etmemiş hangi sanatçı evrensel olabilir ki? Kendi yaratıcısını tanımayan bir adamın yaptığı hangi işin insanlığa faydası olabilir ki? Kuru gürültü ve reklamlarla hiçbir gerçeğin üstü örtülemez.

Tarihî Diziler Faydalı

11-Bozkır Yılanı_4ca91bd4e7c5f32f638ccc27d23b7e8e.jpg

Malazgirt’ten Söğüt’e, Söğüt’ten Viyana’ya gibi eserlerinizde Selçuklu ve Osmanlı dönemleri işleniyor. Kendi geçmişimize son yıllarda büyük ilgi var. Tarihi ele alan filmler, romanlar çok yazılmaya başlandı. Kitap fuarlarında konusunu tarihten alan kitaplara rağbet çok. Toplumda tarihe büyük alaka var. Bu bir bakıma mazimizle buluşma, barışma olarak adlandırılabilir mi? Galiba biz ecdadımızı yeni yeni keşfettik, ne dersiniz?

Doğru bir tespitte bulunuyorsunuz. Gerçekten uzun yıllar boyunca biz kendi kültür ve medeniyetimize yabancılaştırılmış, pek çok değerinden uzakta bırakılmış bir toplumuz. Birileri bizi ecdadımızdan ve onun eserlerinden fersah fersah uzaklaşmış mankurtlar hâline getirmeye çalışmıştır. Atalarına ve bilhassa İslâm’ı temsil ettiği bilinen Osmanlı’ya düşmanca yaklaşan zümreler bizim onların haklı mücadelelerini öğrenmemize fırsat vermemek için her yolu denemişlerdir. Ne var ki hiçbir hakikatin üstünü örtmek mümkün değildir. Yalan söyleyen tarihin mumu ancak yatsıya kadar yanacaktır. Tarih ve onun gerçekleriyle ilgilenmek geleceğin kurulması aşamasında en önemli duraklardan biridir. Bu sebeple gerçeğe uygun yazılmış eserlere olan ihtiyacımız suya ve ekmeğe olan ihtiyacımız gibidir. Son yıllarda konuyla ilgili olarak çekilen film ve dizilerin de faydalı olacağını düşünüyor ve bu tür çalışmaların artarak devamını diliyoruz. Bizde daha nice kahramanlık hikâyeleri, nice büyük destanlar ve insanlığın felahına sebep olacak mevzular vardır…

Hançer, Bilgin ile Kayıkçı, Bir Savaş Oyunu, Dağdaki Oyuncak, Define, Dünyaya Gülmek, Sönmeyen Yıldızlar, Uçurtmam Kuşlardan Güzel, Çölde Kanat Sesleri, Hançer ve Sis adlarıyla neşredilmiş hikâye kitaplarınız var… Hikâyeye diğer türlerden daha fazla zaman ayırdığınızı söyleyebilir miyiz?

Pek çok hikâye kitabımız yayınlandı. Bu doğrudur ama yeterince okunup istifade edildiği konusunda biraz karamsarım. Türkiye’mizde zaten kitap okuma alışkanlığı az görünüyor. Bir de medyatik olmadığınız zaman eserleriniz kıyıda köşede kalarak okuyucusuna ulaşamıyor. İnşallah diğer çalışmalarımız gibi bu kitaplar da çokça basılıp çocuklarımız ve genç insanlarımıza ulaşır diye düşünüyorum. Bir edebi tür olarak ‘hikâye’nin önemini biliyoruz. Mühim olansa bu türleri birbirinden ayırmadan faydalı olmaya çalışmaktır. Bütün ırmaklar bir denizde birleşmek üzere akmaz mı?

Şiir de vazgeçemediğiniz edebî bir tür. Çok kıymetli şiirleriniz var. Bir kısmını Veda, Can Gazeli, Hüma, Bir Yalnız Ağaç, Hasretin Yedi Rengi, Işığın Yüreği, Zümrüdüankayı Arayan Çocuk, İğdeler Çiçek Açınca isimli kitaplarda topladınız. Daha sonra yayınlanan Bütün Şiirleri kitabınızda bu eserlerin tamamı bir araya mı getirildi? Türk şiirinin bugünkü hâli hakkında neler söylemek istersiniz? Bir de şunu merak ediyorum. Genç şairler, muhteva ve şekilde gelenekten yeterince yararlanabiliyor mu?

Şiire karşı çocukluk döneminden beri büyük ilgi duymakta olduğumu daha önce de söylemiştim. Edebî türler arasında onun muhakkak ki başka bir yeri vardır. Bütün Şiirleri adıyla yayınlanan kitap içinde daha önceki yıllarda neşredilmiş kitaplarımız bir araya getirildi ama yazılmış birçok şiir de maalesef bu eser içine konulamadı. İnşallah yeni baskıları yapıldığında okuyucu daha fazla şiirimizle karşılaşacaktır. Bunların bir kısmını seslendirerek küçük klipler hâline de getirdik. İsteyen kardeşlerimiz YouTube’da bunları bulup dinleyebilir. Türk şiirinin bugünkü hâline dair çok fazla şeyler söylemek durumunda değilim. Her dönem kendi büyük şairini ortaya çıkarıyor zaten. Aradan zaman geçmesi gerek. Biz Yûnus Emre gibi bir şairi bile vefatından asırlar sonra tanıyabildik. Doğrusunu söylemek gerekirse bu dönemde serbest şiir denilen akıma fazla rağbet gösterilmiş ve gelenekten hayli kopulmuş durumda. Bunun neler getirip götürdüğünü ise yine zaman gösterecek. Ben kendi adıma -bazı serbest şiirler de yazmış olmama rağmen-, aruz ve hecenin üstünlüğünü kabul ediyor ve geleneğin bir şekilde takibini tercih ediyorum.

Şer Güçler Çalışmalarını Sürdürüyor

8- Balıkçılın Yemeği_ff766109fbbdfe1ce5d160e3400bac0e.jpg

15-Heyâkil_70e53e1684f592b5f90541110e2ad49b.jpg

Yûnus, Bilal’in Çiçeği, Bozkır Yılanı, Son Av, Köse Mihal, Küçük Deli, Kutlu ile Melinda, Buz Kırığı, Zenâdika, Heyâkil, Sayyad ve Ceylan romanlarınızdan bazıları. Bunların bir kısmında günümüze ciddi göndermelerde bulunuyorsunuz. Buz Kırığı romanınızda bir sahte mesihin hikâyesini anlatıyorsunuz. Ben bilhassa Heyâkil isimli romanınızla 15 Temmuz ihaneti arasında bir bağlantı kurdum. Biliyorsunuz Türkiye’nin iç ve dış düşmanları hep olmuştur. En son FETÖ’nün teşebbüsüyle kanlı 15 Temmuz İhaneti’ni yaşadık. Dış ülkeler boş durmuyor. Hudutlarımızda PKK eliyle bölücü devlet kurmaya çalışan emperyalist ülkeler var. Size göre Türkiye’miz böyle bir durumda iken çağın tanığı olan aydınlara, bilhassa sanatçılara ne gibi görevler düşüyor? Vatan sevgisini genç nesillere aşılamak için neler yapılabilir?

Son yıllarda roman çalışmalarına ağırlık verdiğimi söylemeliyim. Bu türün kendine özge ayrıcalıkları da var. Kişi meramını çok daha geniş bir perspektif içinde ve daha derin surette anlatabiliyor. Çoğu tarihî roman tarzında kaleme alınan bu eserler aslında üstü örtülü bazı gerçeklere ışık tutma amacı taşımaktadır. Bilhassa Buz Kırığı, Zenâdika ve Heyâkil romanları, dinin istismarı ile gerçekleştirilen yıkımın büyüklüğünü ortaya koymak isteyen çalışmalardır. İnsanı derinden yaralayan şey de budur diye düşünüyorum. Birileri yüce İslâm’ın öğretilerini bozmak ve bir mümin olarak en kutsalımız olması gereken dinimizi istismar etmek suretiyle kendi bozuk inanç ve ideolojisini kabul ettirme yolunu tercih etmiştir. Tarihte benzerini çok yaşadığımız ilhad hareketleri ve zındıklıkla mücadele pek önemli bir görevdir diye düşünmekteyim. Bir milleti çökertmenin en kısa yolunun onun din ve inancını yıkmaktan geçtiğini bilen şer güçler çalışmalarını “modernizm”, “yenilikçilik” vb. adlarla da sürdürmektedir. Bu tür çalışmaları eleştirmek ve ihaneti ortaya koymak gayesiyle kaleme aldığımız Zenbil, Mihenk ve Tasvir isimli kitaplarımız neşredilmiştir. Adını verdiğimiz romanlar ve diğer kitaplarımız teyakkuz hâlini korumamız gerektiğine işaret ediyorlar ama yeterince okunup istifade edildiğini zannetmiyorum. Bizim yakın arkadaşlarımızın bile bu eserlerden haberdar olmaması gerçekten üzücü… Medyatik bakış açılarının değişmesi dileğiyle…

Son olarak edebiyat ve sanatla ilgilenmek isteyen gençlerimize ve meraklı yetişkinlere tavsiyelerinizi alabilir miyiz? Ne yapsınlar, nasıl hareket etsinler?

Herhalde çok okumak gerekiyor. Çok seyretmek yerine, çok okumak… Genç kardeşlerimize her zaman söylediğimiz gibi ilim ve kültür yolunda gayret göstermeleri gerek. Bunun yegâne çaresi de okuma alışkanlığı kazanarak kitap sayfaları arasına gömülmektir. Yüce Allah’ımızın ilk emrinin de “Oku!” olduğunu düşünerek hareket etmemiz lazım. Okumanın soylu bir erdem olduğu bilinci yaygınlaşırsa cehalet ediğimiz en büyük bela üzerimizden savuşup gidecektir. Bana göre, yazması gereken herkes yazacak ve elbette vazifesini yerine getirecek. Lakin herkesin yazar olması da gerekmiyor. Önemli olan iyi bir okuyucu olmak diyerek sözümü tamamlamak isterim.