Ahmet Efe: "Sanatta Asıl Olan İnançtır"
Şair, yazar ve ressam Ahmet Efe, “Ömrümüzün her döneminde kutsal dinimize hizmet etmek, kültür ve medeniyetimize katkı sağlamak ve bu uğurda eserler vermek zorundayız.” diyor.
Mehmet Nuri Yardım
Ahmet Efe şair, yazar, ressam, kapak tasarımcısı, minyatürcü, fotoğraf
sanatçısı, yayıncı, çocuk edebiyatçısı… Osmanlı’da sanatkârlar arasında yaygın
olan ‘hezarfen’ sanatkârlar zümresinden. Yakın dostlarına göre bunlardan önce
bir gönül insanı, bir muhabbet ehli, bir yol arkadaşı… Kalemiyle, kelamıyla,
fırçasıyla sözüyle mensup olduğu milletin değerlerini öne çıkaran iyi bir edip.
Paylaşmayı seven bir rint adam. Yıllar önce Bâbıâli Sohbetleri’nde konuşmasını
dinlemiştik. O sohbetin tadı hâlâ damağımızda. Yürek diliyle konuşmanın hâli
bir başkadır elbette. Ahmet Efe büyüğümüzle edebiyat ve sanat dünyasını
konuştuk. Sizi bu mülakat ile baş başa bırakıyorum:
Sevilen, sayılan ve takip edilen bir
sanatkârsınız. Sanatın ve edebiyatın bir eğitimi olmalı mı, çırak usta münasebeti
kurulmalı mı? Yoksa bazen insanlar kendi yollarını rahatlıkla çizebilir mi?
Mektepli mi, alaylı mı olmak iyi?
Usta
çırak ilişkisinin ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Ancak bu daha çok
“zanaat” dediğimiz işlerde geçerli olsa gerek. İş “sanat” dediğimiz mevzuya
gelince biraz değişiyor. Elbette her işin kendisine göre belirli kuralları
vardır ama bana göre bir sanatçı zanaat sahiplerinden biraz ayrı yerde durur.
Onun kendine göre bir bakış, anlayış ve çalışma şekli vardır. Burada amatör
veya profesyonel ayırımı yapmak doğru olmaz. Herhâlde mühim olan amatör ruh ile
profesyonel iş ortaya koymak olmalıdır. Ben herhangi bir yerden icazet almadığı
hâlde dünya çapında isim yapmış pek çok sanatçı ismi sayabilirim. Pek çok
tahsil görüp, nice mektepler bitirdiği hâlde geride hiçbir önemli eser
bırakmamış sayısız kimse gelip geçmiştir dünyadan. Bu sebeple alaylı, mektepli
ayırımı yapmak istemem. Mühim olan eserdir.
Çocuk edebiyatına ağırlık verdiniz.
Kandil Yayınları’nı kurdunuz, burada çocuklarımız için kitaplar yayımladınız.
Kandil Yayınları’nı ne zaman, nerede ve kimlerle kurdunuz? Kaç yıl devam etti,
kaç kitap yayımladınız. O dönemle ilgili olarak anlatmak istediğiniz hususlar
var mı veya bazı hatıraları paylaşabilir misiniz?
Daha
ilk gençlik çağlarında iken çocuklar için yazdığım hikâyeler kitaplaştığında bu
konuyla ilgilenmeye karar vermiş ve o dönemlerde millî ve manevi değerlerin
işlendiği kitaplara ekmek ve su gibi muhtaç gördüğüm çocuklarımız için
çalışmalara başlamıştım. Yüce Allah’ın lütfu ile TRT Genel Müdürlüğü’nde memur
olarak çalıştığım 1979 yılı içinde Diyanet İşleri Başkanlığı – o yıl, UNESCO
tarafından “Çocuk Yılı” ilan edildiğinden- bana bir çocuk dergisi çıkartma
teklifi yapmış, ben de bunu hemen kabul edip TRT’den Diyanet İşleri
Başkanlığı’na geçerek orada Derleme Yayın Müdür Muavini olarak vazifeye
başlamıştım. Diyanet Çocuk Dergisi
önce üç ayda bir daha sonra da aylık olmak üzere neşredilmeye başladı. 1983
yılına kadar 40 sayı neşredilen bu derginin her sayısında el emeğimiz, göz
nurumuz oldu. Bu yıl içinde yine çocuklar için bir yayınevi kurulması teklifi
ile gelen İhsan Arslan ağabeyin kıymetli davetine uyup memuriyetten istifa
ederek “Kandil Yayınevi”nin kuruluşuna katıldım. Her türlü alt yapıya sahip bu
yayınevinde 100’den fazla çocuk kitabı neşrederek hayırlı bir faaliyet
sürdürmeye çalıştık. Şiir, hikâye, masal, ansiklopedi çalışmaları yaparak çocuk
yayıncılığında bir çığır açmaya gayret ettik. Nitekim bizden sonra bu
çalışmalar daha da çoğalarak kendi kültür ve medeniyetine susuz yavrularımız
için pek kıymetli eserler neşredildi. Kandil Yayınevi ilgilileri olarak ayda
bir neşredilen Kandil Çocuk dergisini
neşretmeye başladığımız sırada yeni bir gazete işine girişildi. Bizim için çok
zorlu bir altı ay daha başlamış oldu. Zaman
gazetesinin ilk günlerinden bahsediyorum. Onun sahipleri arasında Kandil
Yayınevi’ni birlikte kurduğumuz ağabeyimiz de vardı. Sonra değişik ve hayli
karmaşık olaylar sebebiyle gazeteden ayrılmak zorunda kaldık. Kandil Yayınevi
de eski etkinliğini yitirdi ve bir süre sonra faaliyetine son verdi. Böyle bir
macera işte…
İnsanoğlu En Müstesna Canlı
Çok kıymetli resimlerinizi
sanatseverlere ulaştırıyorsunuz. Kültürümüzü yansıtan, medeniyetimizi
aksettiren ve emek mahsulü resimler bunlar. Kitaplarınızın bir kısmının
kapaklarını ve içlerini de siz resimlediniz. Öte yandan şiirleriniz,
hikâyeleriniz, denemeleriniz ve romanlarınız var. Edebiyat ve resim sanatları
arasında kaldığınızı düşünüyor musunuz? Hangisi sizin dünyanızda daha fazla yer
tutuyor? Edebiyat mı, resim mi? Veya ikisi birlikte mi?
Bazı
arkadaşlar bir konuda ihtisas yapmanın daha iyi olacağından bahisle, “Keşke hiç
resim isine girmeseydin, keşke sadece şiirle meşgul olsaydın, keşke bu kadar
farklı alanlarda uğraş vermeseydin…” gibi sözler etmişlerdir ama bana göre
belki iyi niyetle söylenmiş bu sözlerin pek bir anlamı görünmemektedir. İnsanoğlu
yüce Allah’ın özgür yarattığı en müstesna canlıdır. Onun rızası dışına
çıkmadığı sürece her işle meşgul olabilir, her yere gidebilir ve elbette sanat
ve edebiyatın her türüyle meşgul olabilir diye düşünüyorum. Nitekim bu özgürlük
alanından istifade ile her zaman gönül huzuru duymuş, her vakit sevdiğim
işlerle uğraşma imkânı bulmuşumdur. Şiiri, hikâyeyi, romanı ne kadar seviyorsam
iyi bir resmi, minyatürü, bir hat tablosunu da o kadar seviyorum. Bu sebeple
pek çok afiş, kitap kapağı, desen, minyatür ve değişik tekniklerle resimler
yapmaya çalıştım. Çeşitli kişisel sergiler açıp, karma sergilere iştirak ettim.
Bunların değerlendirmesini gelecek kuşaklar elbette yapacaktır. İnşallah
ismimizin hayırla anılmasını sağlayacak ürünler ortaya koymuşuzdur. Mühim olan
öldükten sonra yaşamak değil mi? Ve elbette hepsinden daha önemlisi yüce
Allah’ın hoşnutluğu değil mi? İnşallah işlerimizi rızasına uygun sayar diye dua
ediyorum.
Eserlerinizi bilen, seven ve takip
edenler olarak sizi Bâbıâli Sohbetleri’nde dinledik. Fikirlerinizden,
duruşunuzdan istifade ettik. Size göre sanatkâr takipçileriyle zaman zaman bir
araya gelmeli mi? Yoksa sadece eserini ortaya koyup kenara mı çekilmeli?
Doğrusu
kendi iç dünyamda yalnızlığı, inziva ve uzleti tercih etmekteyim. Kalabalık
toplantılardan, uzun süren sohbet ve cemiyetlerden pek hoşlandığımı söyleyemem.
Bu sebeple sosyal ilişkileri zayıf bir kimseyim. Geniş bir arkadaş çevrem
olmadığı hâlde kendimi hiç yalnız hissetmiyorum. Her vakit, “Yapılacak bunca iş
varken…” mazereti arkasına sığınıp,
fayda sağlamayan toplantılardan kaçınıyorum.
Şiir, yazı ve resim çalışmalarınızla
özellikle muhafazakâr camiada sevilen ve hürmet edilen bir isimsiniz.
Türkiye’nin diğer yazar ve ressamlarıyla birlikte çalışmalarınız olmuştur. Bu
şahsiyetleri sizin gözünüzle tanımak istiyoruz. Biraz basın ve sanat
hatıralarınızı merak ediyoruz. Mesela yaşayan usta ressamlardan Gürbüz Azak ile
tanışıklığınız var mı? Veya başka isimlerle…
Her
ne kadar yalnızlığı tercih etsek de nice toplantılara iştirak etmek, şiir
şölenlerine katılmak durumunda kalmışızdır. 67 yıllık ömrümüz içinde pek çok
şair, yazar ve sanatkârla tanışma imkânı da bulduk elbette. Kendime göre bir
liste de tanzim etmiş, tanıdığım ve sohbet ettiğim ünlü kimseleri ve bazı
hatıraları yazmışım. Kimler yok ki listede… Gürbüz ağabeyi de tanıyorum.
Ankara’da bulunduğum yıllar içinde sık sık İstanbul’a geliyor ve kendisiyle
görüşüyordum. Sonra meşhur çizerlerimizden Şahap Ayhan, Hamit Yüksek, Hasan
Karal, Haşim Vatandaş, Halil Kaya, Kasım Özkan, Orhan Akçan, Adnan Çınar, Ahmet
Yozgat ve daha nicelerini tanıma imkânı buldum. Gürbüz Azak ağabeyin birkaç
çizgi-roman çalışması bizim Kandil Yayınları arasında kitap olarak da
neşredilmiştir.
Medeniyetimize Katkıda Bulunmalıyız
Ufuk açıcı yazı ve resimlerinizde bir
bakıma medeniyetimizi odak noktaya alıyorsunuz. Yazar bu konuda sorumluluk
duymalı mı? Yani sanatçı, toplumu yönlendirmek ve doğru bildiği yöne doğru
çekip götürmek durumunda mı?
Bizim
anlayışımıza göre insanoğlu yeryüzüne boşa gönderilmemiş, pek mühim görevler
icra etmek ve yüce yaratıcısına kulluğunu göstermek için var edilmiştir.
Öyleyse asıl olan inanç ve imandır. Bu sebeple “Hayat, iman ve cihattır!”
denilmiştir. Cihadın, ele silah alıp savaşmaktan ibaret bir şey olmadığı malumdur.
Kişinin inancı uğruna giriştiği her eylem cihat sayılır. Hakiki kulluktan daha
yüce bir cihat da yoktur. Bu sebeple ömrümüzün her döneminde kutsal dinimize
hizmet etmek, kendi kültür ve medeniyetimize katkı sağlamak ve bu uğurda
eserler vermek zorundayız. Bu kabulleniş sonrasında üretilen her eser elbette
toplumu bir şekilde yönlendirecektir. “Sanat sadece sanat içindir!” gibi kof
bir anlayışı kabul etmiyor, bunu söyleyen kimselerin bile aslında kendi inanç
ve düşüncelerine hizmet için çalıştığını görüyoruz. Sözgelimi dünyanın büyük
sanatçıları olarak kabul edilen yazar, şair yahut ressamların eserlerine
baktığınızda açıkça bir din ve inancın propagandasının yapıldığını fark
edersiniz. Hem nasıl olur da bir sanatçı kendi aile, çevre ve toplumundan uzakta
ve onların karşısında durabilir ki? Bütün bunlar kendiliğinden ve zaruri bir
seyir içinde oluşup gider. Hiç kimse kendini kandırmasın. Her sanatçı inanç ve
kişiliğini ortaya koyar. Evrensel dediğimiz her sanat eseri onu üretenin din ve
inancından bağımsız değildir. Hem bize göre evrensel olmanın yegâne yolu
fıtratın ne olduğunu anlamak ve ona göre hareket etmekten geçer. İslâm’ı
tanıyıp kabul etmemiş hangi sanatçı evrensel olabilir ki? Kendi yaratıcısını
tanımayan bir adamın yaptığı hangi işin insanlığa faydası olabilir ki? Kuru
gürültü ve reklamlarla hiçbir gerçeğin üstü örtülemez.
Tarihî Diziler Faydalı
Malazgirt’ten Söğüt’e, Söğüt’ten
Viyana’ya gibi eserlerinizde Selçuklu ve Osmanlı dönemleri işleniyor. Kendi
geçmişimize son yıllarda büyük ilgi var. Tarihi ele alan filmler, romanlar çok
yazılmaya başlandı. Kitap fuarlarında konusunu tarihten alan kitaplara rağbet
çok. Toplumda tarihe büyük alaka var. Bu bir bakıma mazimizle buluşma, barışma
olarak adlandırılabilir mi? Galiba biz ecdadımızı yeni yeni keşfettik, ne
dersiniz?
Doğru
bir tespitte bulunuyorsunuz. Gerçekten uzun yıllar boyunca biz kendi kültür ve
medeniyetimize yabancılaştırılmış, pek çok değerinden uzakta bırakılmış bir
toplumuz. Birileri bizi ecdadımızdan ve onun eserlerinden fersah fersah
uzaklaşmış mankurtlar hâline getirmeye çalışmıştır. Atalarına ve bilhassa
İslâm’ı temsil ettiği bilinen Osmanlı’ya düşmanca yaklaşan zümreler bizim
onların haklı mücadelelerini öğrenmemize fırsat vermemek için her yolu
denemişlerdir. Ne var ki hiçbir hakikatin üstünü örtmek mümkün değildir. Yalan
söyleyen tarihin mumu ancak yatsıya kadar yanacaktır. Tarih ve onun
gerçekleriyle ilgilenmek geleceğin kurulması aşamasında en önemli duraklardan
biridir. Bu sebeple gerçeğe uygun yazılmış eserlere olan ihtiyacımız suya ve
ekmeğe olan ihtiyacımız gibidir. Son yıllarda konuyla ilgili olarak çekilen
film ve dizilerin de faydalı olacağını düşünüyor ve bu tür çalışmaların artarak
devamını diliyoruz. Bizde daha nice kahramanlık hikâyeleri, nice büyük
destanlar ve insanlığın felahına sebep olacak mevzular vardır…
Hançer, Bilgin ile Kayıkçı, Bir Savaş Oyunu,
Dağdaki Oyuncak, Define, Dünyaya Gülmek, Sönmeyen Yıldızlar, Uçurtmam Kuşlardan
Güzel, Çölde Kanat Sesleri, Hançer ve Sis adlarıyla neşredilmiş hikâye
kitaplarınız var… Hikâyeye diğer türlerden daha fazla zaman ayırdığınızı
söyleyebilir miyiz?
Pek
çok hikâye kitabımız yayınlandı. Bu doğrudur ama yeterince okunup istifade
edildiği konusunda biraz karamsarım. Türkiye’mizde zaten kitap okuma
alışkanlığı az görünüyor. Bir de medyatik olmadığınız zaman eserleriniz kıyıda
köşede kalarak okuyucusuna ulaşamıyor. İnşallah diğer çalışmalarımız gibi bu
kitaplar da çokça basılıp çocuklarımız ve genç insanlarımıza ulaşır diye
düşünüyorum. Bir edebi tür olarak ‘hikâye’nin önemini biliyoruz. Mühim olansa bu
türleri birbirinden ayırmadan faydalı olmaya çalışmaktır. Bütün ırmaklar bir
denizde birleşmek üzere akmaz mı?
Şiir de vazgeçemediğiniz edebî bir tür.
Çok kıymetli şiirleriniz var. Bir kısmını Veda, Can Gazeli, Hüma, Bir Yalnız
Ağaç, Hasretin Yedi Rengi, Işığın Yüreği, Zümrüdüankayı Arayan Çocuk, İğdeler
Çiçek Açınca isimli kitaplarda topladınız. Daha sonra yayınlanan Bütün Şiirleri
kitabınızda bu eserlerin tamamı bir araya mı getirildi? Türk şiirinin bugünkü
hâli hakkında neler söylemek istersiniz? Bir de şunu merak ediyorum. Genç
şairler, muhteva ve şekilde gelenekten yeterince yararlanabiliyor mu?
Şiire karşı çocukluk döneminden beri
büyük ilgi duymakta olduğumu daha önce de söylemiştim. Edebî türler arasında
onun muhakkak ki başka bir yeri vardır. Bütün
Şiirleri adıyla yayınlanan kitap içinde daha önceki yıllarda neşredilmiş
kitaplarımız bir araya getirildi ama yazılmış birçok şiir de maalesef bu eser
içine konulamadı. İnşallah yeni baskıları yapıldığında okuyucu daha fazla
şiirimizle karşılaşacaktır. Bunların bir kısmını seslendirerek küçük klipler
hâline de getirdik. İsteyen kardeşlerimiz YouTube’da bunları bulup
dinleyebilir. Türk şiirinin bugünkü hâline dair çok fazla şeyler söylemek
durumunda değilim. Her dönem kendi büyük şairini ortaya çıkarıyor zaten. Aradan
zaman geçmesi gerek. Biz Yûnus Emre gibi bir şairi bile vefatından asırlar
sonra tanıyabildik. Doğrusunu söylemek gerekirse bu dönemde serbest şiir
denilen akıma fazla rağbet gösterilmiş ve gelenekten hayli kopulmuş durumda.
Bunun neler getirip götürdüğünü ise yine zaman gösterecek. Ben kendi adıma
-bazı serbest şiirler de yazmış olmama rağmen-, aruz ve hecenin üstünlüğünü
kabul ediyor ve geleneğin bir şekilde takibini tercih ediyorum.
Şer Güçler Çalışmalarını Sürdürüyor
Yûnus, Bilal’in Çiçeği, Bozkır Yılanı,
Son Av, Köse Mihal, Küçük Deli, Kutlu ile Melinda, Buz Kırığı, Zenâdika,
Heyâkil, Sayyad ve Ceylan romanlarınızdan bazıları. Bunların bir kısmında
günümüze ciddi göndermelerde bulunuyorsunuz. Buz Kırığı romanınızda bir sahte
mesihin hikâyesini anlatıyorsunuz. Ben bilhassa Heyâkil isimli romanınızla 15
Temmuz ihaneti arasında bir bağlantı kurdum. Biliyorsunuz Türkiye’nin iç ve dış
düşmanları hep olmuştur. En son FETÖ’nün teşebbüsüyle kanlı 15 Temmuz
İhaneti’ni yaşadık. Dış ülkeler boş durmuyor. Hudutlarımızda PKK eliyle bölücü
devlet kurmaya çalışan emperyalist ülkeler var. Size göre Türkiye’miz böyle bir
durumda iken çağın tanığı olan aydınlara, bilhassa sanatçılara ne gibi görevler
düşüyor? Vatan sevgisini genç nesillere aşılamak için neler yapılabilir?
Son
yıllarda roman çalışmalarına ağırlık verdiğimi söylemeliyim. Bu türün kendine
özge ayrıcalıkları da var. Kişi meramını çok daha geniş bir perspektif içinde
ve daha derin surette anlatabiliyor. Çoğu tarihî roman tarzında kaleme alınan
bu eserler aslında üstü örtülü bazı gerçeklere ışık tutma amacı taşımaktadır.
Bilhassa Buz Kırığı, Zenâdika ve Heyâkil romanları, dinin istismarı ile
gerçekleştirilen yıkımın büyüklüğünü ortaya koymak isteyen çalışmalardır. İnsanı
derinden yaralayan şey de budur diye düşünüyorum. Birileri yüce İslâm’ın
öğretilerini bozmak ve bir mümin olarak en kutsalımız olması gereken dinimizi
istismar etmek suretiyle kendi bozuk inanç ve ideolojisini kabul ettirme yolunu
tercih etmiştir. Tarihte benzerini çok yaşadığımız ilhad hareketleri ve
zındıklıkla mücadele pek önemli bir görevdir diye düşünmekteyim. Bir milleti
çökertmenin en kısa yolunun onun din ve inancını yıkmaktan geçtiğini bilen şer
güçler çalışmalarını “modernizm”, “yenilikçilik” vb. adlarla da sürdürmektedir.
Bu tür çalışmaları eleştirmek ve ihaneti ortaya koymak gayesiyle kaleme
aldığımız Zenbil, Mihenk ve Tasvir isimli kitaplarımız neşredilmiştir. Adını verdiğimiz
romanlar ve diğer kitaplarımız teyakkuz hâlini korumamız gerektiğine işaret
ediyorlar ama yeterince okunup istifade edildiğini zannetmiyorum. Bizim yakın
arkadaşlarımızın bile bu eserlerden haberdar olmaması gerçekten üzücü… Medyatik
bakış açılarının değişmesi dileğiyle…
Son olarak edebiyat ve sanatla
ilgilenmek isteyen gençlerimize ve meraklı yetişkinlere tavsiyelerinizi
alabilir miyiz? Ne yapsınlar, nasıl hareket etsinler?
Herhalde
çok okumak gerekiyor. Çok seyretmek yerine, çok okumak… Genç kardeşlerimize her
zaman söylediğimiz gibi ilim ve kültür yolunda gayret göstermeleri gerek. Bunun
yegâne çaresi de okuma alışkanlığı kazanarak kitap sayfaları arasına
gömülmektir. Yüce Allah’ımızın ilk emrinin de “Oku!” olduğunu düşünerek hareket
etmemiz lazım. Okumanın soylu bir erdem olduğu bilinci yaygınlaşırsa cehalet
ediğimiz en büyük bela üzerimizden savuşup gidecektir. Bana göre, yazması
gereken herkes yazacak ve elbette vazifesini yerine getirecek. Lakin herkesin
yazar olması da gerekmiyor. Önemli olan iyi bir okuyucu olmak diyerek sözümü
tamamlamak isterim.