Ahlat'tan Halep'e
Perşembe günü başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere devletin bütün ileri gelenleri Ahlat’taydı; dün de Malazgirt’te… Pandeminin oldukça yaygın olduğu 2020 yılı Haziran ayında Malazgirt Ovası’nı gezdim. O müthiş meydan muharebesinin geçtiği alanları havadan fotoğrafladım. Ve bu panoramik fotoğraflar ilk kez Muş tanıtım kitabında yayınlandı.
Malazgirt ilçesinden çıkıp da ovaya doğru hareket ettiğinizde sizi bütün heybeti ile Süphan Dağı karşılıyor. Dört mevsim tepesi karlarla kaplı bir doğa abidesi… Malazgirt’le Süphan Dağı arasında uçsuz bucaksız bir ova var. Ovayı gezerken nasıl heyecanlandığımı bilemezsiniz. Ovada sanki Türk ordu birliklerini çağrıştırırcasına çok geniş alanlarda tek renkte açan çiçekler o müthiş muharebenin hatırasını yaşatıyor gibiydi…
Bir bölgede al, bir bölgede mor,bir bölgede tamamen sarıçiçekler, alabildiğine… Yüksek bir yerden bakınca ovaya serpiştirilmiş köyleri tek tek görüyorsunuz. İsimleri hala o zaferin komutanlarının hatırasını yaşatıyor. Oğuzhan, Tatargazi, Yaramış, Kızılyusuf, Harahasan… Köylerde yeni bir ev yapmak için temel kazdıkça toprağın altından hala miğferler ve kılıçlar çıkıyor.
***
Ahlat, Anadolu’nun giriş kapısıdır. Selçuklu Orduları, 1071’e kadar Ahlat’ı karargah olarak kullanmış, komutanlar buradan çıkarak Bizans içlerine akınlar düzenlemiş, ganimetlerle geri dönmüşlerdir. Bu zenginlik o dönemde Ahlat’ı bir medeniyet başşehri haline getirmiştir. Camiler, kümbetler ve kalelerle donatılan şehir o yüzden “Kubbe’tül-İslam” unvanını almıştır.
1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra ise Ahlat’tan çıkan Türk orduları artık geri dönmemiş, fethettikleri bölgelere yerleşerek Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı beylikler kurmuşlardır. Malazgirt’te yok edilen Bizans ordusu, bin yıllık imparatorluğu bir şehir devletine dönüştürmüş, Anadolu’nun Türk yurdu olmasının önünü açmıştır.
Sultan Alparslan’ın savaşı yönettiği Sultan Tepesi, koskoca Malazgirt Ovası’nın ortasındaki neredeyse tek yüksek noktadır. Çanakkale’de olduğu gibi, gençlerimiz gruplar halinde Ahlat ve Malazgirt’e götürülüp bu kutsal topraklar gezdirilmeli; her Türk genci doğası, tarihi ve sanatıyla öne çıkan bu topraklara işlenmiş Türk – İslam mührünü yerinde görmeli, o şuuru ruhunda hissetmelidir.
***
1071 bir milattır. Bir daha geri dönüşü olmayan, 1453’te de İstanbul’un fethi ile perçinlenen bir dönüm noktasıdır. Selçuklu ve Osmanlı, sıcak denizlere açılan bu topraklardan dünyayı asırlarca yönetmişlerdir. Şimdi sıra son Türk devletindedir. Bunun ilk adımı da Türkiye’nin güney sınırı boyunca uzanan “Türkmeneli” isimli toprakları Türkiye’ye bağlamaktan geçmektedir.
Halep, tıpkı Ahlat gibi, Tebriz gibi, İstanbul gibi bir Türk şehridir. Geçtiğimiz on yılda Rus bombardımanı ile yerle bir edilmesi bu gerçeği değiştirmez. Halep, İran’ın farklı coğrafyalardan toplayıp getirdiği milislere bırakılmayacak kadar değerli bir Türk-İslam beldesidir. Türkiye’nin ilk harekâtta kontrol altına alıp Türkiye’ye göç etmiş muhacirleri yerleştireceği ilk şehir olmalıdır.
Otuz kilometrelik güvenlik şeridi eksiksiz tamamlanmalı, Afrin’de, Azez’de, Resulayn’da, Tel Abyad’da olduğu gibi Münbiç’te ve Fırat’ın doğusundaki bereketli topraklar Suriye’den sürülen mazlumlarla buluşturulmalıdır. Türkiye, yüzüncü yılına PKK/YPG belasını def etmiş, güneyini güvene almış, Akdeniz’de doğal zenginliklerine kavuşmuş bir ülke olarak girmelidir.