Ahlâksız akademik başarı
Kişisel başarının hedeflendiği bir eğitim
modelinin dayatıldığı dönemlerdeyiz. Mevcut sınav sistemi ve test usulü ile
gelinen noktada başarı göstergeleri yüksek olan çocukların okuduğu
üniversitelerde oluşan “elit” bir sınıf var. Bu sınıfın özgürlük anlayışı
sınırsız bir noktaya gelmiş durumda. Akademik başarı var ama ahlâk ya önemsiz
ya da hiç yok!
Boğaziçi Üniversitesinde meydana gelen
olaylarda ahlâksız isyankâr toplulukların çirkinleştirdiği görüntülerden
tiksinir olduk. “Akademik başarımız var, yüksek puan ile bu üniversiteye
girdik, biz zekiyiz, bizi kolay kolay yönetemezsiniz, bizim olduğumuz alan
özerktir, kararlarımızı kendimiz alır ve uygularız, bize dokunamazsınız,
istediğimiz gibi yaşarız…” gibi marjinal tavırlar bu toprakların mayasına
aykırıdır. Baştan şunu da belirtelim ki hem başarılı hem de ahlâklı
gençlerimizin hakkına girmeyelim. Sözümüzün muhatap kitlesi bellidir, mesajımızın
gideceği adres de açıktır. Biliyoruz ki Boğaziçi olaylarında kullanılan az
sayıdaki topluluğun yönetildiği, yönlendirildiği merkezler, ülke düşmanı ihanet
şebekeleriyle teşrikimesai içindeler.
Burası da ayrı mesele, bizim asıl dikkat çekmek istediğimiz nokta eğitim
sistemimiz ve öncelenen akademik başarıdır.
Çocuklarımız mevcut eğitim sisteminde en
kolay usul ile yetişiyor. Test usulü sıralamayı pratik biçimde belirliyor. Maalesef
yetenekler yok oluyor. Şımarık, saygısız ve asi bir gençlik sel gibi geliyor.
Kuşaklar arası makas açıldıkça açılıyor. Çocuklara sunulan maddî imkânlar,
onların gönlünü kazanmaya yetmiyor. Türkiye’de gençlik hareketleri hep önemli
olmuştur ama bu sefer durum çığırından çıkma noktasına gelmiştir. Çığ gibi
büyüyen sosyal medya gücü çocukları, gençleri etkisi altına alıyor. Bir
bumeranga kapılır gibi kapılıp yok olan gençlerimiz az değil.
Gençlerimizin siyasî ve sosyal eğilimleri iyi
incelenmeli. Her ilde üniversite var. İlçelerde yüksek öğretim kurumları var.
Gençlerimizin kendi başlarına yaşama ve karar alma durumları sürekli artıyor.
Aile ve çocuk arasındaki bağ neredeyse “maddî” bağ olarak kalmış durumda. Çocuk,
akademik yönden başarılı ama bu başarı sadece kendisi için. Egoist bir ruh inşâ
ediyoruz. Kişisel gelişim adı altına yayılan bir furya var. Hepsi de kişiyi,
nefsi tanrılaştıran bir anlayışla telkinde bulunuyor. Her yelpazeden aile de
çocuklarının sadece akademik başarısına odaklanmış durumda. Okula uğrayan her
velinin sorduğu ilk soru: “Çocuğumuzun dersleri nasıl?” Evet, dersleri iyi ama
hayattan ders almış mı, ahlâkî gelişimi nedir, bunu kimse sormuyor. Herkesin ve
her kesimin kilitlendiği nokta, varsa yoksa akademik başarı!
Eğitimin maddî yönünü önemsiyoruz. Görünen
yönü dikkatimizi çekiyor. Ölçülebilir konular üzerinde duruyoruz. Unutulan ve
göz ardı edilen alan, ölçülemeyen ama hayatta karşılığı olan tecrübelerdir. Bu
noktada çok eksiğimiz var. Çocuklarımızın ruhuna dokunamıyoruz. Çocuklarımızı
kültürel alanlara yönlendirmiyoruz. Sanattan yoksun çocukların aşırılıkları
şiddete dönüşüyor. Tabii ki herkesin ifade özgürlüğü olacak ama bunu yaparken ahlâkî
normlara dikkat edeceğiz. Karşı tarafa saldırıyoruz. Türkiye’de karşılıklı
anlayış azalıyoruz. Biri, diğerinin yaşam alanını çokça taciz ediyor.
Peki, şimdi bizi ne kurtaracak? Bizi
hoşgörü ve sevgi kurtaracak. Sevgili dilini yayacağız. 2021 yılı UNESCO
tarafından “Yunus Emre” yılı ilan edilmişti, bir güzel haber daha geldi. 2021
aynı zamanda Hacı Bektaş Veli yılı olarak kutlanacak. Yunus’un ve Hacı Bektaş
Veli’nin torunlarına yakışan bir dili kullanmaktan başka çaremiz yok. Şu iki
söz bize kılavuzdur: “İncinsen de incitme.” “Sevelim sevilelim, dünya kimseye
kalmaz.” Gençlerimizin besleneceği
kaynak burasıdır. Aksi durumda sadece akademik başarı, yayılan ahlâksızlığın
önünü durduramayacak.