Ahlaki olgunluk
Muhakkak ki yaşayan her varlığın maddi ihtiyaçları bulunmaktadır. Bunları inkâr edip ruhani bir hayat yaşamak da insanoğlunun doğasına kesin bir şekilde aykırıdır. Problem, ihtiyaçların sınıflandırılması ve tanımlanması esnasında ortaya çıkmaktadır. Neyin ihtiyaç, neyin nefsin gereksiz arzusu olduğu iyi tahlil edilmelidir. Bir insan, özellikle de bir Müslüman bu ayrımı yapabilecek ahlaki olgunluğa sahip olmalıdır.
İkinci bir evi almak için müşterisini
kandıran, servetini çoğaltmak için vergi kaçıran, aşırı kazanç hırsıyla
insanların zorunlu ihtiyacı hâlindeki malları ederinin çok üstünde satan,
devletin malını, parasını türlü hilelerle iç eden, çalışanının hakkını
vermeyen, geciktiren, tartıda ölçüde hile yapan, yalanla ticaret yapan,
aldatmayı beceri sanan insanların oluşturduğu bir topluma dünyanın en güzel
ekonomik sistemini dahi tatbik etmeye çalışsanız netice her zaman felaket
olacaktır. Çünkü ekonomik sistemlerin başarıya ulaşmasındaki en önemli etken ne
hesaplar ne tasarruf ne dengeli harcamadır. Bunlar sadece detaylardır. Ana
etken; hiç şüphesiz ahlaktır, ahlaklı insanların varlığıdır.
Parayla ilişkisini İslam’ın öğüt ve emirleri
çerçevesinde devam ettiren, İslam’ın evrensel değerleri çerçevesinde yetişmiş
ahlaklı insanların var olduğu bir toplumda adaletli bir sistemin kurulması son
derece kolay olacaktır. Bunun en güzel örneği Efendimiz’in (s.a.v.) zamanında
yaşanmıştır. O dönemde servetlerin nasıl kullanıldığını, yemeye ekmek bile
bulamayan, fakirlik içindeki bir topluluğun kalkınma adına ne türlü
fedakârlıklar yaptığını İslam tarihi bizlere eşsiz örneklerle aktarmaktadır.
Gerektiğinde zenginin tüm malını paylaştığını, gerektiğinde fakirin evini
paylaştığını, gerektiğinde inançları uğruna karınlarına taş bağlayarak açlığı
hep beraber göğüslediklerini öğrendiğimiz bu tarihi kayıtlar; böylesine
kenetlenmiş bir topluluğun çok değil 50 sene kadar sonra nasıl muazzam bir
zenginliğe hükmettiklerini, adaletle hükmetmeye devam ettikleri sürece söz
konusu zenginliğe sahip olduklarını fakat bunlarla beraber adaleti terk
ettiklerinde ve ahlaki yozlaşmaya maruz kaldıklarında yani kısacası yoldan
çıktıklarında gerek siyasi gerekse iktisadi olarak nasıl tepetaklak olduklarını
göstermektedir.
İnsan, ana akım iktisadın kabul ettiği gibi
sınırsız ihtiyaçlarına karşı sınırlı kaynakları ele geçirmeye çalışan basit bir
varlıktan çok fazlasıdır. İnsanoğlunun sınırsız olan ihtiyaçları değil
ihtiraslarımız.
Bizim inancımızda insan, Allah’ın
yeryüzündeki halifesidir. Vazifelidir. Maddiyata, sadece bu dünyadaki görevini
yerine getirirken faydalanılacak, amacına ulaşma adına kullanılacak kaynaklar
olarak bakar. İhtiraslarının peşinde sürüklenmez. İhtiyacı kadar olanı
helalinden elde etmek için çalışır. Paylaşmayı, bölüşmeyi, yardımlaşmayı emir telakki
eder. Bunu da Rabb’inin kendine lütfettiğiyle kendisini sınav etmesi olarak
değerlendirir. Bölüşürken, ticaret yaparken, kazanırken, kaybederken her şeyin
bir sınav çerçevesinde gerçekleştiğini, dünya malının bir imtihan meselesi
olduğunu, kendisinin emanetçi olduğunu, her şeyin gelip geçici olduğunu bilir.
İşte böyle bir bilinçle hayatını devam ettiren insanların var olduğu toplumdaki
ekonomik ilişkiler; günümüzün insanların arasındaki acımasız mücadeleden ve
umursamazlıklardan uzak, insanların birbirlerine düşmanlaşmadığı, fakirin
zenginle, işçinin işverenle, devletin vatandaşıyla omuz omuza olduğu bir seyir
takip eder.
Tüm insanların sorumluluğunu üstünde hisseden
böylesi bir insan topluluğunun ortaya koyacağı ilahi ve dolayısıyla evrensel
değerlere dayanan ekonomik sistemin; dünyanın şu anki acımasız, zengini daha da
zengin eden, fakiri ezen, güçsüzü köleleştiren lanetli ekonomik sistemine
atacağı tokadı hayal etmek bile ortaya çıkacak sonuçlar açısından tüm insanlığı
heyecanlandırmaya yeterlidir.
Afrikalı bir çocuğun bir Türk genci gibi
giyinebildiği, sağlık ve eğitim hizmeti alabildiği, en fakir
Vietnamlının haysiyetli ve insani değerlere uygun bir işte çalışarak
ailesinin ihtiyaçlarını giderebildiği, hangi ülkede olursa olsun tüm insanlığın
barınma, yeme, içme, sağlık, eğitim vs. ihtiyaçlarını karşılayabildiği,
kimsenin esir edilmediği, kimsenin köleleştirilmediği, kimsenin istismar
edilmediği bir ekonomik sistem…
Elbette bu hayalin yerine getirilmemesi için
çok ciddi derecede baskılar kurulacak, zulümler yapılacaktır. Dünyanın yarı
servetini elinde tutan küçük bir azınlığın buna müsaade etmemek üzere tüm
dünyayı karıştıracağı da kesindir. Fakat tüm bunların mikro manada benzerleri
Kureyş’te de yaşanmıştır. Şartlar çok benzemektedir. Onlar da her türlü eziyeti
etmiş, ekonomik ve siyasal yaptırımı uygulamış, her zulmü denemiş ve
neticesinde Allah’ın yardımıyla perişan olup gitmişlerdir. Aynı samimiyetin
yakalanması ve aynı yolun günümüze bakan yönleriyle yürünmesi hâlinde Allah’ın
yardımıyla aynı sonuca yeniden ulaşılması mümkündür.
Dünyayı cehenneme çeviren, arzularının
peşinde hayvanlaşan nesiller ve onları bu hâlde tutmaya çalışan, daha da
acımasızlaştırmaya, maddeye kul etmeye çalışan sistemin şeytanlaşmış sahipleri
karşısında, varlığının sebebinin bilincinde, evrensel insani değerleri
benimsemiş, sömürüye “Dur!” demeyi kendine vazife edinmiş Müslümanların
mücadele etmesi Rabb’imizin bizlere kesin emri, bu yolda samimiyetle
yürüyenlerin de zafer kazanacak olması ise en güzel vaadidir.