Ahlak ve İktisat Dengesi Açısından Müslümanın Hayatı
İslam
kaynaklarında ve kültüründe ahlak denildiğinde bundan insanın doğuştan sahip
olduğu hasletlerin yanında içerisinde büyüdüğü çevrede edindiği kazanımlar
birlikte kastedilir. Her doğan kişi tertemiz bir fıtratla ve günahsız olarak
doğar. Onun bu yönü doğup büyüdüğü aile ve yaşadığı toplum içerisinde
beslenmeye devam ederse, kendisi ileride iyi ahlaklı (ahlak-ı hamide sahibi)
bir birey olarak karşımıza çıkar. Bu tür insanlar toplum içerisinde her zaman
sevilir ve takdir edilirler. Tutarlı kimselerdir. Çünkü davranışları ruhlarına
sinmiştir, sunilikten uzaktır ve her daim sorumluluk duygusu içerisinde hareket
ederler. Bu karakterde olan insanlar için çok fazla kural koymaya da ihtiyaç
yoktur. Zira konulan kuralların temel hedefi de insanı olması gereken ahlak
seviyesine çıkarmaktır. Öte yandan -yaratılışı itibarı ile temiz ve günahsız
olsa da- zamanla kötü bir çevre içerisinde yetiştiği için gittikçe kendisine ve
içerisinde yaşadığı topluma zarar veren, insanların kendisini görmekten ve
birlikte olmaktan imtina ettiği kişilerin huyları ise kötü ahlak (ahlak-seyyie)
olarak nitelendirilir.
Ahlak-insan
davranışı açısından şöyle bir tespitte bulunmak herhalde yanlış olmayacaktır.
Sayıları az da olsa özü itibarı ile yüksek ahlak sahibi insanları bozmak ve öte
yandan ruhu kötülük üretmek üzere çalışan insanları doğruya çekmek imkânsız
olmasa da çok zordur. İslam ahlak hususunda insana gerçekçi yaklaşır. Ahlak
hususunda doğuştan eğitimli olanların ruhi tekâmülünde, daha ileri düzeyde gönül
eğitimi verilmeye çalışılır fakat vasatın altında olanlar için genellikle
başkalarına yöneltebilecekleri zararı bertaraf edici eğitimler üzerinde
durulur.
İslam’ın
ahlak eğitiminde yol almayı hedeflediği esas kesim, toplumun büyük çoğunluğunu
oluşturan ve eğitilebilir olan orta kesim insanlardır. İşte bir toplumun refah
ve ahlak toplumu olması isteniyorsa, bu orta kesimi her alanda İslam ahlakı ile
eğitip güzel neticeler hedeflemek gerekir. Her alandan kastımız İslam insanının
hukuk ve inanç kuralları yanında aile ilişkileri ile ilgili, toplum ilişkileri
ile ilgili, iktisadî ilişkiler ile ilgili, iş hayatındaki ilişkiler ile ilgili…
tutarlı ve hakkaniyetli bir ahlâkî duruştur.
Batıda
kimi düşünürler insanı ekonomik bir varlık olarak tanımlar ve sistemi bunun
üzerine kurmaya çalışırlar. Oysa insanın ekonomik bir varlık olarak
tanımlanması son derece yanlıştır. Kişilerin ekonomik ilişkiler içerisinde
olması ve bundan kazanç elde etmesi onun salt bir ekonomik varlık olduğu
anlamına gelmez. Bu aynı zamanda kötü ahlakında en önemli dayanağı olur. Zira
insan menfaati açısından bir başka insan ekonomik değer taşımıyorsa, kolayca
bir kenara atılacak demektir. Hâlbuki İslam’da para ve mal mübadelesi
insanların hayatlarını idamenin ve kolaylaştırmanın bir aracıdır. Maksat insanı
ve insan varlığının devamı için zaruri olan devleti yaşatmaktır. Bunlar
birbirinin alternatifi de değildir. Çünkü insanı yaşatmadan devleti, devleti
yaşatmadan insanı yaşatmak mümkün değildir.
Bu
açıdan bakıldığında İslam iktisat ahlakının temelinde kim de bir imkân varsa o
imkânı muhtaç olanla bölüşme vardır. Bazen ekonomik açıdan vatandaş devletini
besler, bazen de devlet vatandaşını. Bunlar etle tırnak gibidir. Ama esas olan
her birinin diğerine el açacak duruma düşmemesidir.
Öyleyse
İslam İktisat ahlakı açısından devletin de, toplumun da, aile bireylerinin de
rızkını meşru yoldan ve meşru mallardan kazanması esastır. Kazanılan malların
israf edilmemesi temel kuraldır. Var olan birikimin bütünüyle kısılması ve
cimrilik edilmesi yasak olduğu gibi, bütünüyle dağıtılması ve saçıp
savrulmaması da esastır. Çünkü sağlıklı bir İslam toplumu mevcudu hesaba
kattığı kadar gelecek nesilleri de düşünmek zorundadır.
İslam
iktisat ve ahlak dengesi açısından hayata baktığımızda; Müslüman ahlakının
vahşi kapitalizm veya tekelci sosyalizm ekonomi anlayışı ile hiçbir alakası
yoktur. Bizde aileden başlamak üzere helal-haram duygusuna dayalı bir kazanç
ahlak eğitimi esastır. ihtiyaç fazlası bir imkâna sahip olunması halinde bu
imkândan bireysel yardımlar veya vakfiyeler yoluyla başkaları da
yararlandırılır. Serveti tabana yayacak uygulamalara gidilir. İhtiyaçların
dağıtımında dil, din ve ırk ayırımı gözetilmez. Mahlûkata yaratılanı severim
yaratandan ötürü düsturu çerçevesinde muamele edilir ve ihtiyaç odaklı
yaklaşılır. Vergi ve zekat, imkanı olandan alınır, imkanı olmayana aktarılır.
İyi,
hoş da, uygulama?
Zaten
burada olması gereken anlatılmaya çalışıldı. Ahlak seviyemiz buna göre
şekillendikçe bütün bu güzellikler niye tezahür etmesin.