Ahlak ve hukuk pratiği olarak hicret
Hicret olayı ile ahlak ve hukuk arasında köklü bir ilişkinin kurulması gerekmektedir. Ahlak ve hukukun yokluğu, Hicret olgusunu zorunlu kılmaktadır. Ahlak ve hukukun yokluğundan dolayı bir zorunluluk olan Hicret, aynı zamanda ahlak ve hukukun var kılınması sorumluluğunu da insanlığa yüklemektedir.
Rahmet Peygamberi ve müminler, Mekke’deki kabileci oligarşik diktatörlüğün, envai çeşit saldırılarına ve baskılarına maruz kaldılar. Mekke istibdat düzeninin sahipleri, sadece İslam’ı reddetmiyorlardı. Mekke oligarşik diktatörlüğü, her türlü ahlak ve hukuk değerini ayaklar altına alarak İnsanlık Peygamberi’nin ve Müminlerin can, akıl, aile, din ve mal haklarını ortadan kaldırmaya çalışıyordu. İslam Peygamberi ve Müminler için Hicret, bir hakikat, hukuk ve ahlak arayışı sonucu ortaya çıkan bir tecrübedir.
İslam Peygamberi ve Medineliler arasında ahlak ve hukuk temelinde bir antlaşma yapılmıştır. Akabe Biatında Medineliler, İslam Peygamberini ve Mekkeli Müslümanları Medine’ye hicret etmeleri halinde onların canlarını ve mallarını, kendi çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi koruyacaklarına, her türlü durumda İslam Peygamberi’ne tabi olacaklarına söz vermişlerdir. Medine’ye hicretin yolunu açan Akabe biatının çerçevesi, Hicretin siyasal bir pratik olarak ahlaki ve hukuki antlaşması niteliğindedir.
Kabilecilik ve kan davaları, Medine’yi yaşanmaz hale getirmekteydi. Hicret, Medine’de yeni bir insani ve toplumsal ilişkiler sisteminin kurulmasını zorunlu kılmıştır. Rahmet Peygamberi, Medine’de Ensar ve Muhacirler arasında Muahat denilen kardeşlik sistemini kurmuştur. Kan ve kabile bağlarının ötesinde insani ve imani kardeşlik şeklinde tesis edilen doğal insani ağ sayesinde Medine toplumunun siyasal, ekonomik, sosyal, dini ve askeri alanlarda sahici ve köklü bir şekilde yapılanması sağlanmıştır.
Hicretten sonra Rahmet Peygamberi ve Müslümanlar, Müşrik güçlerin baskı ve zulümlerine maruz kalmaktan kurtulmuşlardır. Rahmet Peygamberinin liderliğinde Müslümanlar, Müşrikler ve Yahudiler arasında herkesin insan haklarını güvence altına alan ve bir arada yaşamalarına imkan veren Medine Sözleşmesi yapılmıştır. Medine Sözleşmesi, herkesin farklılıklarını korumasına imkan veren, herkesin can, mal ve din hürriyetini koruyan, dışarıdan saldırılara karşı ortak savunmayı ve işbirliğini esas alan, barış içinde bir arada yaşamayı esas alan bir dokümandır. Medine sözleşmesinin ruhunda hegemonya değil, barış, hukuk ve ahlak vardır. Hicretten sonra Medine’de bir diktatörlük ve istibdat düzeni kurulmamıştır.
Hicretten sonra Medine’de oluşturulan yapı, sahici anlamda bir Müslüman toplumdur. Medine Müslüman toplumu, Hicret olayının en önemli sosyal ve siyasal ürünüdür. Rahmet Peygamberi’nin liderliğinde Medine Müslüman toplumu, dış dünya ile diplomatik temaslarda bulunmuş, kendisine yönelik tehditleri bertaraf etmek için değişik tedbirler almış, ekonomik ve sosyal açılardan kendini güçlendirecek sivil, katılımcı ve barışçıl mekanizmalar kurmuştur. Hicretten sonra elde edilen güç ve iktidar pozisyonunun bireysel ve toplumsal yozlaşmaya yol açmaması için Rahmet Peygamberi ve Kur’an, ahlak, akıl ve hukuk çerçevesinde yaşamanın dengeli, makul, uygulanabilir ve sürdürülebilir olanın yolunu gösteren değerler ortaya koymuşlardır. Siyasal ve sosyal bir pratik olarak Hicret, günümüzde ahlaka ve hukuka uygun bir şekilde insanca ve Müslümanca ortaya nasıl bir hayat tecrübesi koyacağımız konusunda yol göstermeye devam etmektedir.