Ahlak bir zaman sorunu (mu)dur?
Alfred Hitchcock'un ip filmi oldukça ilginç bir cinayetin felsefesi üzerinde döner hep. Filmdeki karakterler, Hukuk fakültesinde okumuş arkadaşlar olup, okul yıllarında yüksek ve aşağı sınıflar ile onların haklarına dair ilginç tartışmalar yapmışlardır. Burada dile getirilen tezlerden birisi de, aşağı sınıftan olanların bir çok şeye hakları olmadığı ve aslında ezilebileceğinin meşruiyetidir. Nietzsche felsefesinden etkilenen iki arkadaş olan Brandon ve Philippe, ahlakın yüksek sınıfları bağlamadığı temel tezinde hareketle, arkadaşları David Kentley'i aslında hiçbir sebepleri olmadığı halde öldürürler. Arkasından onun cesedini bir sandığa koyarlar. Geceleyin verdikleri partiye hem öldürdükleri David'in babasını, hem de okuldan bir arkadaşları olan Rupert'ı da davet ederler. Menüyü de o sandığın üzerinden ikram ederler. Ayrıca cinayeti işledikleri iple de kitapları bağlayarak sandığın kenarına yerleştirirler. Zekalarının böylece ortaya çıkması, özellikle Rupert tarafından anlaşılması ve inandıkları felsefenin onaylanmasını beklerler.
Para hakikaten çok önemli bir güçtür. Şayet ölüm olmasaydı, gücü ele geçiren bazı insanların ne derece otoriter, baskıcı ve ahlak tanımaz olabileceğini düşünmeye çalışıyorum. Zira ölüm olduğu halde ve bir gün öleceğini bildiği halde insan had tanımaz biçimde davranabiliyor. Gücü olduğu için Tanrı'ya ihtiyaç duymayacağını düşünebiliyor. Kur'an-ı Kerim, işte tam da bu kerteriz noktasını "tuğyan" olarak kavramsallaştırır.
Din ve ahlak, işte insanın bu had tanımaz, denge bilmez yönlerini dengeye getirmenin adıdır. Yaratılışındaki potansiyel yüksek niteliklerin insandaki yansımasıdır ahlak. Kim ne derse desin, bu bağlamda ahlakın dinle çok yakından ilintisi vardır. Çünkü insan, evren, değer ve ahlakın çıkış noktası ve kaynağı aynıdır; din. Tevhid dediğimiz şey de, bunlar arasında (insan, evren, değer vb.) bir tenakuzun, paradoksun olmamasıdır. Şayet bir tenakuz ve paradoks varsa, orada iki farklı Tanrı'ya işaret ediyorsunuz demektir.
İbadetler de (ki hayatı yaşamak bir ibadettir), biyolojik bir varlık olarak "insan"ı, dengede tutmanın temel enstrümanlarıdır. Bu çerçevede meseleye yaklaşılmadığı zaman, ibadetler özgül ağırlıklarını aşan anlamlar kazanmakta; nihai hedef olarak "insan"ı dengeli ve değerli kılmayı ıskalayarak etiketlere dönüşebilmektedir. İşte bundan dolayı hayatın üzerine yeniden düşünmeye değer. İnsanın insan olma vasfı da buradan kaynaklanıyor.
Bugün asli sorunumuzun ahlakın ve dinin araçsallaşması olduğunu söyleyebiliriz. Bununla ne kastediyoruz? Hadi bir Amerikan atasözüne uyarlayarak söyleyelim; çoğu zaman güzel havalarda ahlaklı görünmek. Bu, olayın bir boyutu; diğeri ise, ahlaksızlık yapamadığı için ahlaklı olmak. Yani ahlaklı görünmenin mecburi istikamet olduğu bir yaşam tarzına mahkum olmak.
Tarih boyunca din ve ahlakın sınıfsal algılanmasına yönelik tezler de kendisini göstermiştir. İzzetbegoviç bunu şöyle belirtir: "Nietzcshe, dinin güçlü olanları aldatmak üzere güçsüzlerce uydurulduğunu; Marx ise, bunun tersini iddia etmiştir. Dinin uydurulmuş olduğu farzedildiği taktirde, Nietzsche'nin görüşü Marx'ınkinden daha ikna edici görünüyor. Çünkü, güçsüzler, ezilmişler, kabiliyetleri daha az olanlar, eşitlik, hürriyet ve aynı değerde olma isteklerini ancak ve ancak dini esaslara istinad ettirebilmişlerdir." (Ali İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam, s. 69) Bunu ahlak konusuna doğru da ilerletebiliriz. Nihayetinde ahlaksızlığı yapamadığı için yapmamak, kişiyi ahlaklı kılmaz. İşte ahlak potansiyellerini ve bu potansiyellerin nasıl ortaya çıktığını, insan farklı "güç"lere sahip olunca test edebiliriz. Şunu da belirtmek lazımdır ki, her insanda "yoldan çıkma" potansiyeli vardır.
Bugün, güç potansiyellerini ele geçirmek uğruna, ahlakın sürekli ertelemdiği ve daha da kötüsü cinayete kurban edildiği dönemden geçiyoruz. Maalesef ahlak, bir ahlaksızlık fırsatına kadar bazı mekanlarda mecburi oturum alarak etiket bir hayat yaşıyor aramızda.
Benim şahsi kanaatime göre peşinen ahlakı, tamamen sınıfsal kategoriler içinde değerlendirmek yanlıştır. Evet, tarih boyunca yüksek sınıflarda ahlaka karşı belirli bir kayıtsızlık görülmüş; ahlak ise alt sınıfların söylemlerinde başat bir unsur olabilmiştir. Ziya Paşa'mız
"Din ile iman akçedir erbab-ı Gınada
Namus u hamiyet sözü kaldı fukarada"
derken bu gerçeği güzel dillendirmektedir. Fakat ahlaksızlığa fırsat bulamadığın için ahlaklı olmak, işte bak burada ahlak sadece bir zaman sorunu olarak ortaya çıkar; ahlaksızlık fırsatına (!) kadaru2026