Ahlâk Adamı Âkif
Milletin kahramanı Mehmet Âkif, Safahât’ında anlattığı ahlâk ilkelerini, adeta kendi üzerinde toplamış bir ahlâk insanıydı. İlim, fikir, edebiyat ve mücadele alanında varlığıyla öne çıkan Âkif, kendisine ait özellikleriyle ve erdem ilkelerini birleştirmeyi başarmış nadir insanlardan birisidir. Şiirleri ve söyledikleri öyle bir ‘Âsım’ı inşa etmektedir ki, bu ideal şahsiyet Mehmet Âkif’in şahsında cisimlenmektedir. Çıkar, menfaat, makam, mevki, şöhret, Âkif’i boz(a)maz. Zira Erdem Şairi, canını ve cananlarını sıkıntıya düşürse de, tüm dünyevî kutsalları, bir çırpıda elinin tersiyle geri çevirme cesaretini defalarca göstermiştir.
Dünyevî
imtihanlara, adeta kendisi tâlip olan Mehmet Âkif, sıkıntı, zorluk ve yoklukla
yarenlik yapmıştır. Eşi, çocukları ve torunlarıyla birlikte tüm ailesi, bu güç
şartların altında hayatları boyunca büyük çileler yaşamışlardır.
Oğlu Emin’in
anlattıkları, Mehmet Âkif ve ailesinin Kurtuluş Savaşı’nda yaşadıklarını doğrulamaktadır:
“Kastomonu’da kalan validem Ankara’ya bizim yanımıza gelmek istiyor, bu hususta
babama üst üste haber gönderiyordu. Her şeyden evvel onlara münasip bir ev
bulmak icap ediyordu. ….Kebapçı Hacı Kadri Ağa evinin müstakil bir bölümünü
babama terk etti. Bunun üzerine annem kardeşimle birlikte Kastamonu’dan
Ankara’ya geldiler. Artık Ankara’da ailece yerleşmiş idik. Mehmet Âkif bu
sıralarda İstiklâl Marşı’nı yaratmış bu muvaffakiyeti 500 lira nakdî mükâfat
ile taltif edilmişti. Babam o esnada 500 liraya gerçekten muhtaç bir adamdı.
Fakir idi. Parası yoktu. Lâkin malum olduğu gibi gönlü çok boldu. İyi biliyorum
ki, babam bu parayı almadı, onu Kızılay’a terk etti…” (Emin Ersoy, Babam
Mehmet Akif, 80-81)
Emin Ersoy’a,
‘babasının kendisine ne bıraktığı sorulduğunda’, verdiği cevap Âkifçe bir söyleyiş
tarzıdır: ‘Muhteşem bir isim ve gurur. Başka hiçbir şey bırakamazdı. Çünkü
bırakılacak bir şeyi yoktu.’ (N. S. Coşkun, Memleket, 25 Aralık 1947)
Âkif’in
karakteri, çok güçlü bir kişilik ve iradeyle şekillenmiştir. Böyle bir
karakter, onun mücadelesi için mutlak gerekli en önemli güçtü. Aksi takdirde
döneminin birçok münevverinde olduğu gibi, umutsuzluk ve yeis hali onu da esir
alırdı. Otuz beş sene kullandığı enfiyeyi bir sözle bırakan Mehmet Âkif’in
karakteri, güçlü ve dirayetli şahsiyetinin oluşmasındaki en önemli faktördür.
Oğlu Emin, Milli Şairimizin bir tek zaafından bahsetmektedir ki, bu da çok
fazla itimat sahibi olmasıdır. Nankörlükler ve gönül kırıklıkları, Âkif’i, yine
de ümitsizlik bataklığına sürükleyememiştir. O her dâim, umut ve zafer
ikilisiyle hayatını sürdürmüştür. Bırakma, terk etme, bıkma, usanma ve yeis,
onun hayat kitabında yer bul(a)mamıştır.
Gurbet, ‘gönüllü
sürgün’, Mehmet Âkif’i çok sevdiği vatanından uzaklaştırmıştır. Nitekim onun en
büyük üzüntüsü de bu hususta olmuştur. Ülkesi ve vatanı için, kendisini, eşini
ve ailesini feda etmiş, eziyetlere katlanmıştır. Ancak o, büyük bir sabırla
üzüntü veren hallerden zaferle çıkmasını bilmiştir. Safahat da onun
zafer kitabı olarak tarihe ve milletimize mal olmuştur. İslâm milletinin
gelecek nesillerine de, vahiy ve nebevî hakikatle inşa edilmiş bir ‘Âsım’
modelini işaret etmiştir.
Mehmet Âkif’in, mükemmel
sporculuğunun yanında, güzel seslere karşı da büyük ilgisi olmuştur. Çocuklarının
donanımlı yetişmesi için, özel hocalardan onlara resim ve müzik dersleri
aldırmıştır.
Vatanı için
ailesini ihmal ettiğini sıklıkla söyleyen Mehmet Âkif, kızı Suad ile özellikle Abdülhak
Hâmit’in romanlarını ve okunması gereken kitapları okurmuş. Kızının anlamadığı
yerleri ona izah edermiş.
Aile arasındaki
sohbetlerin vazgeçilmez çay keyfi, Âkif için bir başka anlam taşımaktadır. Çaya
düşkünlüğünü anlatan çocukları ve torunları, büyük Şairimizin, bu konuda usta
olduğunu ifade etmektedirler. Çok güzel çay yapan Mehmet Âkif, aile içi
sohbetlerini böyle bir ortamda yaparmış. Ancak kızdığı bir husus var ki, o da
çaya limon atmak imiş.
Âkif’in Hanımı
temiz, akıllı, güzel, zarif ve asil bir kadındır. İsmet Hanım, astım hastası
olduğu için, bazen bu hastalık onu çok yorar, halsiz bırakır, Âkif de onu
kucağına veya sırtına alır yemeğe indirir sevgiyle konuşur, bir şeyler
yedirmeye çalışırmış. Eşi, Mısır’dayken, hep Âkif’in yanında olmuş. Bu yüzden
İsmet Hanım, çocuklarını ve torunlarını çok özlermiş. (Fatih Bayhan, Dedem
Mehmet Âkif, İstanbul 2019, 33-48)
Torunu Selma anlatıyor: “Eşi İsmet Hanım, Mısır’da rahatsız, astımı ağır geçiyor. Âkif bir yandan üniversitede ders veriyor, bir yanda da evde meal çalışması yapıyor, bir yandan da o hasta kadına bakıyor. Annem anlatırdı, Dedem çoğu zaman merdivenleri dahi çıkamayan anneannemi sırtına alır, yukarıya taşırmış. Yemeklerini yapar, evi düzenler, hastane işleriyle ilgilenirmiş. Ayrıca ailesine çok düşkün, tabii ki yıllarca ayrı kalmış olmanın verdiği bir etki var. Çocukları daha küçük yaştayken gurbet başlıyor. Anadolu’ya geçiyor, aile paramparça. Daha sonra onları Ankara’ya aldırıyor. Ama Ankara hayatı da kısa sürüyor. Burada ha var, ha yok. Onun benim dedem olmasının dışında özellikleri var. İstiklal Marşı’mızın şairi, büyük fikir ve dava adamı! Milli Mücadele’yi ateşleyen manevî bir önder.” (Dedem, 173-174)