Âhiret inancı ve ölümsüzlük arzusu!..
Yüce Dinimiz, âhiret inancına büyük önem verir. Bu sebeple Kuran-ı kerimde yüzden fazla yerde âhiretle ilgili bilgiler verilir. Böylece âhiret gerçeği, insanın zihnine ve kalbine âdeta nakşedilir. Âhiretin varlığı, dinen olduğu kadar aklen de gereklidir, şöyle ki:
Her insanın içinde bir sonsuz yaşama özlemi vardır. İnsanın, yaradılışından getirdiği bu arzu, çok çeşitli şekillerde kendini gösterir. Mesela; insanlar yaptıkları hayırlarla ve ortaya koydukları kıymetli eserlerle ölümlerinden sonra da yaşamak ve hatırlanmak isterler. İşte âhiret inancı, bu büyük özlemi tatmin eder ve öldükten sonra da insanlara faydası devam edecek büyük eserler bırakmaya sevk eder.
Bir de insan; ölen yakınlarından ve sevdiklerinden ebedî olarak ayrı kalmak istemez. Yani o, sevdiklerinin -bu dünyada olmasa da- bir şekilde yaşamaya devam etmelerini ve bir gün onlara kavuşmayı arzu eder. İşte insanın; öldükten sonra yok olmayacağı, ebedî olarak yaşayacağı, ayrıca dünyadaki ayrılıkların, eksik kalmış özlemlerin âhirette telafi edileceği inancı, insanı rahatlatır ve mutlu eder.
İnsanoğlu, tarih boyunca; “ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, görev ve sorumluluklarım nelerdir, bu dünya bir gün yok olacak mıdır, öldükten sonra yeni bir hayat var mıdır,” gibi sorulara hep cevap aramıştır. Bu sorularına cevap bulamayan insan, hayatı anlamsız görmeye başlar ve huzursuz olur, hatta bazan bu huzursuzluk intiharla sonuçlanır. Demek ki mutlaka bu önemli soruların cevaplanması gerekir.
İşte gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerden, bu metafizik sorulara cevap vermeyi beklemek yanlıştır. Çünkü bu ve benzeri konular bilim alanının dışındadır.
Bu soruların cevabını ancak ve ancak İlahî vahye dayanan din verir. Din ise, insanın başıboş ve amaçsız olmadığını ve hayatı boyunca bu amacı unutmadan yaşaması gerektiğini ihtar eder. Ayrıca Din; insanın öldükten sonra tekrar dirileceğini ve bir daha hiç ölmeden yaşayacağını bildirir.
İnsandaki adalet duygusu da âhirete inanmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Bilindiği gibi dünya hayatında birçok haksızlıklar ve zulümler yapılmaktadır. Haksızlığa uğrayan insanlar, toplumlar ve milletler bu haklarının iade edilmesini çok isterler, fakat çoğu zaman ellerinden bir şey gelmez. İşte âhiret inancı, bu çaresiz mazlumların imdadına yetişir; bir gün adaletin mutlaka tecelli edeceğini, bütün haklarının zalimlerden alınacağını ve zalimlerin çok feci bir şekilde cezalandırılacağını hatırlatarak onları rahatlatır.
Özetle söylemek gerekirse; âhirete iman daha yüksek ve ebedî bir hayata imandır. Bu dünyaya ilim ve fazilet kazanmak, bulunduğu hayattan daha ulvî ve ebedî bir hayata yükselmek için geldiğine ve âhiretteki mutluluğun bu dünyada kazanılacağına inanan kimse, kendisine de topluma da çok yararlı olur, şöyle ki:
O, inancı gereği olarak boş şeylerle zaman öldürmez; aklını kullanır, kendisine ve topluma faydalı işler yapmaya çalışır.
Câhilliğin doğuracağı kötü sonuçlardan korkar. Bunun için ilim öğrenir ve çevresini aydınlatmaya çalışır.
Âhiretteki sorgu ve hesaba inandığı için, her işinde samimi olur ve hiçbir zaman doğruluktan ayrılamaz.
Rızkını helal ve meşru yollardan kazanmak için azami gayret gösterir.
Görev ve sorumluluklarını ihmal etmez, bütün vazifelerini tam zamanında yapar; çünkü o, ne dünyada ne de âhirette asla mahcup olmak istemez.
Âhiret inancı, toplumun fertleri arasındaki bağları da sağlamlaştırır ve insanları birbirine karşı saygılı olmaya zorlar.
Âhirete iman, insanların kalbine barış hissini yerleştirir. Çünkü “barış hissi, adalet ve sevginin neticesidir.” Adalet ve sevgi ise, imanın ve güzel ahlâkın meyvesidir.
Âhiret inancı, insanın dünya nimetlerine karşı aşırı bağlılığını da törpüler ve dünya hayatı ile âhiret yurdu arasında denge kurabilmeyi sağlar.
Âhiret inancı, insanların ümitlerini taze tutar, acılarını hafifletir, zor durumlara katlanmayı sağlar ve sabırlı olmayı öğretir.
Âhirete inanan kişi için ölüm, -yok olmak değil- bilakis sıkıntının söz konusu bile olmadığı ebedî bir hayatın başlangıcıdır…